Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
29 Aralık 2022 tarihinde yazmıştım. Tam zamanı, o sene bu sene başlıklı yazımda, " Şampiyonlar Ligine katılamadık. Avrupa Liginden elendik. Geriye kupa 3'te devam için play-off oynamak kaldı. Ligde Fenerbahçe galibiyeti ile umutlansak bile Karagümrük hezimeti, yeşeren umutları söndürdü. O zaman, bu sene o sene demenin tam zamanı." diye yazmıştım. Dün oynanan maçtan sonra kupa 3'te de yokuz. Şampiyonluk sonrası sezonda kadroyu bu kadar bozup başarı beklemek pek gerçekçi değildi zaten. Bir de Andreas Evald Cornelius'un takımı bırakması, Edin Višća'nın sakatlığı, Marek Hamšík ve Uğurcan Çakır'ın formsuzluğu eklenince bu seneden beklentiler kayboldu. En azından benim bir beklentim kalmadı. Peki, bu beklentisizlik senede takımda köklü değişiklikler yapıp, maliyetleri azaltıp, gençlere, öz kaynaklara dönmek doğru olmaz mı?