Dalgaların sesini dinlemeyi seviyorum. Huzur veriyor. Kimi arkadaşlarım denize girip, suların içinde oynuyor. Bense denizi seyretmeyi, dalgaları dinlemeyi tercih ediyorum. Havalar soğumaya başladı. Kalabalık azaldı. Çocuk parkında yaramazların cıvıltıları yok artık. Salıncağın gölgesinde pinekleyen bir kaç arkadaş var parkta canlı namına. Sabah, daha güneş doğmadan gelip oltasını sandalyeye sabitleyen adam da olmasa, sahile de gelen yok. Kasabanın bu halini seviyorum. Tüm kasabanın tek sahibi bizmişiz gibi geliyor. Yemek bulduğumuz sürece değmeyin keyfimize. Adam bugün balık tutabilecek mi acaba?
Teknik etiketli yazıların o sıkıcı gündeminden kurtulunca, adına ve özüne döneceğini biliyordum blogumun. Belki bu dönüşümün ilk yazısını okuyorsunuz an itibariyle. Aslında sadece dört dersten oluşan bir aylık tango maceramın sonunda başlıktaki fikre ulaşmış olmamı yadırgayanlar çıkacaktır belki. Ancak, yazıyı hazırlamadan önce kısa bir internet araması yapınca, bu fikrimde yalnız olmadığımı gördüm. Konumuz, Arjantin'de doğan ve dünyaya yayılan tangonun, temelde erkek tarafından yönlendirilen bir dans oluşu ve bu özelliği nedeniyle de fazlasıyla maço oluşu. Tango yapanların bir bölümü bu tespite karşı çıkacaktır eminim. Ancak onlar karşı çıksa bile sonuç değişmiyor... Bu konu üzerine kafa yormadan, hatta yönlendirici olmanın mutluluğu ile dans etmeye devam edebilir insan. Çoğunluk böyle yapıyor belki ama bana göre değil. İnternette bulduğum ve benim anlatmaya çalıştığım durumu çok daha iyi anlatan hem tangonun anavatanından bir kadının yazdıklarını paylaşara...