Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Side sahili gibi kumsallardan hoşlanıyorsanız, Küçükkuyu sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Side'yi ya da Patara'yı düşünün. Göz alabildiğine kumlar. Şimdi kumların yerine kayaları koyun ve sahil şeridini kısaltın. Hatta tamamen kaldırsanız daha iyi olur. İşte size Küçükkuyu sahili. Neyse ki kıyı boyunca her 10-15 metrede bir merdiven yapmışlar. Denize merdiveni kullanarak girebiliyorsunuz. Kum olmayışının iyi tarafları da var. Denize girip çıkarken ayağınız kumlanmıyor. Yüzmek için, Side'de olduğu gibi, suyun içerisinde metrelerce yürümek zorunda kalmıyorsunuz. Merdivenden suya indiğinizde, boyunuzun uzunluğuna bağlı olarak, bir iki kulaç sonra ayağınız yere değmez oluyor. Elbette Yüzme bilmeyenler için ciddi tehlikeli bir durum. Öyle lüks oteller falan olmadığı için cankurtaran hizmeti veren kimseler yok. Sahilde duş da yok. Şezlong, ki hiç tavsiye etmem güneşin altında istakoz misali yatıp saatlerce kavrulmayı, sahil boyunca kayaların üzerine yapılmış beton iskelele...