Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

yazılara bir haftalık ara

gazete köşelerinde olur ya yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazılarına ara verilmiştir diye. ben gazetede yazmasam ve bir köşem olmasa bile sanal alemde görüşlerimi paylaştığım bir sayfam, ve umarım ki sayıları az bile olsa, düzenli okuyucularım var. öncelikle onlardan (düzenli okuyucularımdan) sonra 70 milyondan :) bir hafta izin istiyorum. güzel anılar, güzel fotograflarla dönmeyi umarım. sizleri ülkemizin yoğun ve bunaltıcı gündemi ile başbaşa bırakırken bu bunaltıcı havadan kurtulmak adına kendi bulduğumuz çözümü paylaşayım. bir süredir akşam haberi izlemiyoruz. inanın işe yarıyor :)

yaz saati uygulaması

31 Ekim 2006 tarihinde yani yaz saati uygulaması biterken yazmışım saatler ve iç saatler başlıklı yazıyı. Sonunda bu uygulama bitecek ve yarın yaz saati uygulamasına geçip bir saat ileri alacağız zamanın göstergesini. Ne yalan söyleyeyim buna en çok sevineceklerden birisi olacağım. Sebep aynı: Zeytin efendinin, yorgun olduğu bir kaç günü saymazsak, hep güneşe göre uyanıyor olması. Uyanmakla kalmıyor evde hizmetçisi seçtiği beni de uyandırıyor. Birlikte sabah rutinlerimizi gerçekleştiriyoruz. Şimdiye kadar saat 5-5.30 arasına denk gelen uyanma saati yeni düzende 6-6.30'a denk gelecek :)

Tata, Land Rover Jaguar

Hindistan'ın var ettiği markalardan biri olan Tata , bizde sadece otomobilleri ile bilinse bile aslında dev bir grup, son atağı dünyada çok ses getirdi. Dünyayı Türk kanallarından izlemek zorunda kalanlar bu gelişmeyi farketmemiş olabilir. Tata , Ford'dan Land Rover ve Jaguar markalarını satın alarak üst segment araç pazarına hızlı bir giriş yaptı. Şimdi sırtımızı yaslayıp oturduğumuz koltuğa bir düşünelim. Tata, zamanında Mercedes tarafından kurulmuş. 1950'li yıllarda. Size tanıdık geliyor mu bir yerden. Mesela Bursa'da zamanında kurulan fabrikalardan. Hindistan'ın Tata'sı gelişmiş, ulusal bir marka haline gelmiş ve şimdi dünya pazarına açılmış. Peki Bursa'daki fabrikalar ne aşamada? İthal ikameci kalkınma politikasında mı hata vardı? Yoksa yüksek gümrük duvarlarıyla korunan yerli sermaye elde ettiği artı değerle kendi zenginliğini arttırma dışında hiç bir teknolojik yeniliği yapmayarak modelin çökmesine mi sebep oldu? Belki amaç yerli sermayeyi palazlandı...

Deniz Kavukçuoğlu'nun yazıları

Gazeteleri güncel gelişmeleri öğrenmek için alanlara şaşıyorum. Özellikle elinin altında internet erişimi olup da son dakika haberlerini gazete okuyarak takip edenleri hiç anlamıyorum. Bu iş için televizyonlar, radyo ve şimdilerde internet var. Gazeteler derinlemesine incelemeler, farklı boyutlar ve bence olmazsa olmaz köşe yazarları için okunur. Zaten bu yüzdendir ki köşe yazarları transfer edilir. Cumhuriyet gazetesinde bir iki yazar hariç neredeyse tüm köşe yazarlarını okurum. Ancak kimilerini yazıldığı gün okuyamasam bile ileride okumak üzere ayırırım. Deniz Kavukçuoğlu'nun yazıları bunların başında gelir. Sol üzerine kafa yoran ve bunu teorik boyutta yapan, sloganlardan arınmış yazıları günümüzde kendini solda tanımlayan herkese ders niteliğinde. Geçen günkü yazısının başlığı Demokrasi ve Sosyalizm. Şimdi yazıdan alıntı yapmak bir yerde yazarın emeğini izinsiz kullanmak olacağından sosyalizm demokrasiz olmaz mı? proleterya diktatörlüğü en gelişmiş demokrasiden daha demokrat de...

Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Milan Kundera

Kundera'dan okuduğu ikinci kitap. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği ile ilgili yazdıklama baktım . Aslında bugün 3 yıl önce verdiğim bir sözü de yerine getirmiş olacağım bir yerde. 25 mart 2005'te yazıyı bitirirken Sonuçta henüz sonuna ulaşamasam bile değişik bir teknikle yazılmış romanı beğenerek okuyorum. Sonuna geldiğimde daha ayrıntılı yorum yazmaya çalışacağım. demişim. ancak anlaşılan o dönemin koşullarında bu sözümü unutmuşum :) Neyse, geç olsun güç olmasın diyerek Kundera'nın iki romanına ilişkin görüşlerimi paylaşayım. Herşeyden önce Kundera'nın yazdıklarını anlayabilmek için yakın tarihi bilmek gerekli. İkinci dünya savaşında Çekleri Alman faşizminden kurtaran Sovyetler'in 1968 baharında dönemin Çek Komünist Partisi'nin liberal politikalar izlemesi üzerine Romanya dışındaki blok ülkeleri ile birlikte Prag'ı işgal ettiğini, işgal sırasında öldürülenlerin dışında binlerce Çekin ülkede önce yalnızlaştırıldığını ardından ülke dışına gitm...

Ucuz atlatılan kaza

Ankara Kızılay'da Güvenpark'ın arkasında yer alan otobüs durakalarında park halinde bulunan bir belediye otobüsü akşam saatlerinde kendiliğinden hareket ederek yolun karşısındaki pastaneye çarparak durabilmiş. Neyseki ölen ya da yaralanan olmamış. Şans eseri oradan geçiyordum ve büyük şans eseri fotograf makinem yanımdaydı. Bu fotografı belki de tek çeken benim...

günlerin getirdiği

blog yazmanın en ilginç yanı belki de yazdıklarımızın tarihleriyle birlikte kayıt altına alınıyor oluşu ve bu kayıt edilen yazıların her daim herkes tarafından okunabiliyor oluşu. elbette blog sahibi, hizmet sunucu ve benzer bir takım yerler izin verdiği sürece. şimdi bu girdiyi yazarken yaşamakta olduğum ülke ilginç bir dönemden geçiyor. ilginçliklerin ne olduğunu, neden ilginç olduklarını, bu konularda düşündüklerimi sayfama taşımadığım için bana kızanlar, ülke böyle bir dönem geçirirken kedi fotografı yayınlamamı eleştirenler için kısa açıklama yapacağım. aslında benzer bir açıklamayı aylar-yıllar önce yapmış ve özetle suya sabuna dokunmayan yazılara devam edeceğim demiştim. belki bilinenin tekrarı olacak ama tarihe not düşmek adına tekrar etmekte yarar var. 2006 yılında şöyle demişim: Blog yazmaya karar verdiğimde temel amacım Türkçe içeriğin kısıtlı olduğu sanal ortamda, bu eksikliği elimden geldiğince gidermek idi. Böyle bir amaçla yola çıkınca günlük politik gelişmeler, ekonom...