Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Ankara Devlet Tiyatrosu'nun iki yıldır oynamakta olduğu Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi adlı oyununa gitmeyi iki kez denemiştik. Her iki seferde de oyuncuların rahatsızlıkları yüzünden başka oyunlar izlemek zorunda kalmıştık. Sonunda bu akşam izleyebildik. İki yıldır oynamasına karşın Akün Sahnesi gibi büyük sayılabilecek bir salon dolmuştu. Oyun iki perde, toplam 2 saat 35 dakika sürüyor. Alman faşizminin Polonya'yı işgali sırasında Varşova'da yaşayan bir grup tiyatro oyuncusunun başlarından geçen trajikomik bir hikaye anlatılıyor. İlk bombalama sırasında savaşın korkunçluğunu hissediyorsunuz. Melchior Lengyel'in yazdığı oyunu Jan Mendell oyunlaştırmış. Çeviren ve yöneten Yücel Erten. Sade ve işlevsel bir dekor kullanılmış. Ortada dönen platform kah sokak oluyor, kah tiyatro sahnesi. Tiyatro sahnesi olarak kullanıldığında platformun bir yarısında oyun devam ederken, diğer yarısında kulisi göstermek akıllıca bir buluş olmuş. Anlatılan hikaye savaşın ortasında geçiyor olsa bi...