Ana içeriğe atla

Kayıtlar

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

bir devir kapanırken

Hep merak ederim, beni sadece yazılarımla tanıyan var mıdır diye. Blogumun, sayıları az da olsa, düzenli okuyucuları var. Ancak bu kişilerin arasında, hiç tanışmadıklarım var mı meselâ? Neyse, bu gereksiz ama en azından kısa girişin ardından gelelim yazının başlığına. Devir kapanırken diye yazsam da aslında devir kapanacak mı tam belli değil. EYT olarak kısaltılan emeklilikte yaşa takılanlar düzenlemesi henüz netleşmediği için kesin konuşmamakla birlikte, 25 senelik işverenin değişmesi ihtimali ortaya çıktı.  Bu önemli değişiklik, farklı duyguları beraberinde getiriyor. Bir yanda yeni başlangıçların heyecanı, bir yanda, toplamda 28 senedir süren rutinin bozulmasının ortaya çıkarttığı endişe. Bir yanım düzeni değiştirmemek doğru derken, diğer yanım şimdi değilse ne zaman diye sesleniyor... Kısacası sevgili okurum, kafam karışık... En güzeli, henüz ortada üzerine düşünülecek bir yasa da olmadığına göre, birikmiş izinlerin bir bölümünü kullanmak... Sonrasına sonra bakarız... Bu arada ...

Sinema salonlarının çıkmazı

Sinemaya gitmek, filmi büyük perdede, iyi ses düzeni ile izlemek, arada mısır alıp yanındakiyle sohbet, iki - üç saatliğine dünya dertlerinden uzak, farklı konular üzerine düşünmek...  18 senelik blogumda, eskiden filmler üzerine de yazardım. Bu sabah, dönüp baktım, film etiketli 68 yazı eklemişim bloga. Son yazımın tarihi 20 Şubat 2019. Sazan Sarmalı adlı filmin ikinci haftanın sonunda Netflix'in kataloguna eklenmesinin sonuçlarına değinmiştim. O yazıyı hazırladığım dönem, henüz sinema salonlarına dair yasal düzenleme değişikliği yapılmamıştı. 22 Ekim 2019 tarih ve 30926 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan  SİNEMA FİLMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SINIFLANDIRILMASINA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK'in 10. maddesinin ikinci fıkrasını hatırlayalım öncelikle... "(2) Sinema salonlarında ilk kez ticari dolaşıma girecek değerlendirme ve sınıflandırması yapılmış sinema filmleri, gösterime girdiği tarihten itibaren ücretli yayın yapılan kablo, uydu, karasal, inter...

Nur Baba / Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan okumaya devam ediyorum. Muhtar Özkaya Kütüphanesi sayesinde, Karaosmanoğlu'nun farklı eserlerine, ücret ödemeden, erişebiliyorum. Nur Baba'dan önce Hüküm Gecesi ile Sodom ve Gomore adlı romanlarını okumuştum. Her iki roman da Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk senelerine dair, gerçek olaylar üzerine kurgulanmış eserlerdi. Özellikle Hüküm Gecesi, belgesel nitelikte bir roman sayılabilir sanırım.  Nur Baba ise Karaosmanoğlu külliyatı içerisinde de farklı bir yere sahip. Belgesel diye nitelendirilebilecek özellikler var. Yazarın yaşam öyküsünde bir dönem Bektaşi dergahına devam ettiği yazılı meselâ. Romanın yayınlanmasının ardından gelen tepkilere karşılık olarak Yakup Kadri Bey, yazdığının sadece bir roman olduğunu ve buna göre değerlendirilmesi gerektiğini belirten açıklamalar yapmış. İletişim Yayınları, 1983 yılından itibaren bastığı romanın ilk baskısı 1922 yılında Akşam Matbaası'ndan çıkmış. Tefrika hali 1914 - 1915 y...

Büyükşehirlerde trafik sorunu çözümü için bir öneri: ücretsiz toplu taşıma

Eğer twitter kullanıyor olsaydım, bu yazının başlığını yazmakla yetinirdim. Oysa bir blog yazarı olduğum için, derdimi biraz daha uzun anlatmam gerekiyor... Eminim sizler de gözlemlemişsinizdir, sabah ve akşam saatlerinde yolları kaplayan araçların büyük çoğunluğunda sadece sürücü var. Yolcusu bile yok. Aslında iki nokta arası ulaştırılan, kişi değil, araç oluyor. Peki toplu taşıma ücretsiz olsa, araç sahiplerinin ne kadarı aracını kullanmayı tercih eder.  İtirazlar hemen gelecektir: Özel aracın konforu, toplu taşımada olmaz. Toplu taşıma her yere yok. Toplu taşımaya, hele ücretsiz olursa, kimse binemez. Belediyeler, zaten sübvanse ettiği bu hizmeti, bedava verirse, bunun için kaynağı nereden bulacak. İşin doğrusu tüm bu soruları ben de düşündüm ve bugün için tatmin edici bir yanıt bulamadım. Ancak bu konuyu düşünmeye ve araştırmaya devam edeceğim.  Sizlerin aklına gelenler olursa, aşağı yazabilirsiniz...

Tam zamanı - O sene Bu sene

Şampiyonlar Ligine katılamadık. Avrupa Liginden elendik. Geriye kupa 3'te devam için play-off oynamak kaldı. Ligde Fenerbahçe galibiyeti ile umutlansak bile Karagümrük hezimeti, yeşeren umutları söndürdü. O zaman, bu sene o sene demenin tam zamanı. Madem geçen sene şampiyon olan takımı bozduk, bu sene kurduğumuz takımın bir şey yapabileceği olanaklı görülmüyor... Tam neşter vurma anıdır bence... Sahada istediği topları alamayan ve bu yüzden verimsiz görülen Maxi Gomez ve geldiğinden beri istikrar tutturamayan Umut Bozok başta olmak üzere maliyeti yüksek katkısı düşük tüm oyunculardan kurtulmanın tam zamanı... Öze dönüp altyapıya bakmanın, çevre illerin alt Lig takımı kadrolarını değerlendirmenin tam zamanı... Bütçeyi artıya geçirip borçları azaltmanın, takımı finans kuruluşlarının cenderesinden kurtarmanın tam zamanı... Bunu başarabilecek bir ruh var Trabzon şehrinde.... Tek gereken "o sene bu sene" diyebilecek bir irade....

2023 gelirken

Kimse okumasa bile yazmaya devam ediyorum, sağlığım ve elbette ömrüm yettiğince de devam etmeyi düşünüyorum. Böyle sene sonlarında yazdıklarıma dönüp baktım bu sabah... 2009 Aralık'ında meselâ şöyle yazmışım: Neyse ki benim öyle gerçekleşmeyen büyük planlarım yok, uzun zamandır. Çünkü gerçekten plan yapmayanlardanım. Öyle arada gaza gelip bir şeyler çiziktirdiğim olduysa bile bunlar gerçekleşmese dünyanın sonunu getirmeyecek türden. Dönüp 2009'u, ki bizim için büyük sevinçler ve endişeler yılı olmuştu, uğurlamaya hazırlandığımız tarihlerde yazdığım yazıyı okudum. Aklıma Kayahan'ın söylediği şarkı geldi: Değişen hiç bir şey yok sevdiceğim. Bir telaş, bir heyecan yollardayız... Biz yetişkinler için pek bir şeyin değişmemesi üzünülecek bir durum değil aslında. Malum, yaşımız kemale (ne ise o artık) yaklaşırken değişimler olumsuz oluyor çoğunlukla. Bebeklere ise her gün mucizeler getiriyor. Koltukta desteklerle oturmalardan, desteksiz oturmaya, sürünüp yuvarlanmadan, emeklemeye...

2022 biterken

Blogum artık 18 yaşında. 17 Kasım 2004 senesinde ilk yazımdan bu yana 18 koca sene geçti. Bu 18 yılda neler neler oldu. Hayatımda bir çok değişen ve gene bir çok değişmeyen var. Hâlâ aynı kişi ile evli, hâlâ aynı iş yerinde çalışıyorum. Artık iki(z) kızımız var, artık yeni bir şehirde yaşıyoruz.  Peki blogla ilgili neler değişti derseniz, aslında pek de bir değişiklik yok. Hâlâ az okunan, çok yazılan ve tek yazarlı bir blog. Hâlâ reklâm yok, olması da düşünülmüyor... Bu sene 23 kitap notu eklemişim. Toplam kitap sayısı 400 oldu. Sene ortalaması da 22'nin az üzerinde, ki benim okuma hızıma uyan bir istatistik. Ayda ortalama 2 kitap... Heyecanla, umutla girdiğimiz bir sene 2023. Cumhuriyetimizin 100. senesini kutlayacağız 29 Ekim'de... Şimdiden nice senelere... Herkese mutlu yıllar...