Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Uzun bir aranın ardından yeniden bir blog yazısı yazmanın garip heyecanı içindeyim. Bloga yazı ekliyordum eklemesine. Ancak son dönemde eklediklerimin tümü, okuduğum kitaplara dair yazdığım kısa notlardan ibaretti. Bu kez, geçmişte örnekleri çokça olan, kendime notlardan birisini yazmaya niyetliyim. Niyetliydim desem daha doğru olacak sanırım. Yeni yazı yazmak için otursam bile yaptığım eski yazdıklarımı okumaktan ibaret oldu. Blogu yeniden eski düzenine oturtmak istiyorum. Umarım en kısa zamanda yeni yazılarla yeniden başlarım yazmaya... En çok kendim için.