Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
" Yürümenin hızlısı, çok da şeetmemek gerek " diyenlere bakmayın. Yürümeye kıyasla epey farklılıklar içeren bir eylem koşmak. Ahmet Kaya'nın bir şarkısında dediği gibi, kafamı kırarcasına koşmak istiyordum ne zamandır. Sonunda, yaptım. Eymir Gölü etrafında yarım tur koştum. Tam olarak şarkıda söylendiği gibi, kafamı kırarcasına oldu koşuşum. Bir tek ayakkabılarım uygundu. Altımda kot pantolon, üzerimde tişört... Eymir gölünün, benim koştuğum bölümü 5,52 km. 31 dakika 40 saniye sürmüş bu mesafeyi katetmem. 5,45 / km hız ile koşmuşum. Seneler sonra koştuğumu ve şartları (kıyafet / Ekim sıcağı / susuzluk) düşününce, fena değil sanırım sayılar. İşin en güzel yanı ise, ne zamandır yapsam diye düşünüp durduğum bir şeyi yapmış olmanın keyfi...