Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Teknik eğitim almış yazarlardan okuduğum kitaplar ayrı bir haz veriyor bana. Bugüne kadar okuduğum en etkileyici roman olan Tutunamayanlar'ın yazarı Oğuz Atay gibi Uğur Kökden de inşaat mühendisliği eğitimi almış. Çınar Yaylalı adlı meslektaşımın hikayelerini de keyifle okumuştum. Kavis Kitap'tan ilk baskısını 2011'de yapan 2 07 sayfalık kitap, 1960'lı yıllarda Paris'te yazılmış denemelerden oluşuyor. O yıllarda Paris'te çalışan Kökden bir yandan kente ruhunu katan yazarların kitaplarından izlenimlerini aktarıyor bir yandan da özelde Paris'e genelde Fransa'ya ilişkin gözlemlerini. Günümüzde Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın da ebedi mekanı haline gelen Pere Lachaise mezarlığına dair yazdıklarını Paris'i gezenlerin ne kadarı farkında acaba? ...Aslında bu mezarlık, Napoleon'un buyruğuyla Devrim'in ve 1871 Komün Hareketi'nin rengini taşıyor. Tek başına "Federeler Duvarı" bile bunun kanıtı. Öyle ki, o duvarın dibinde Feder...