Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Yazının başlığında bir mana gizli :) İlk eser, son olmayacak gibi geliyor bana anlamına geliyor. Memduh Şevket, dönemdaşları gibi İttihat Terakki'nin içinde yer almış, ilginç hayat öyküsüyle etkileyici bir karakter. Öyküleri ve romanlarıyla da döneminin öncülerinden sayılır. Benim okuduğum Bilgi Yayınevi'nin Temmuz 1983 tarihli üçüncü baskısıydı. Otlakçı, hem kitabın hem de kitap içindeki bir öykünün adı. Kapak görselinden de anlaşılacağı gibi bir otlakçının öyküsü. Dili çok yalın Memduh Şevket'in. Öyle süslü betimlemeler, uzun ağdalı cümleler yok. Karakterleri tanıtırken, oyun metni gibi kısacık cümleler, kimi kez kelimeler ile yetinilmiş. Öykülerin tarihlerinin çoğunlukla 1920'ler olduğunu görünce insan çekiniyor haliyle. Günlük dil değişmiştir, anlaşılmaz ifadeler yer alıyordur diye düşünüyor. Oysa metinde bir sadeleştirmeye falan gidilmeden olduğu gibi yayınlanmış ve son derece anlaşılır her şey. Bir öyküde kasıtlı olarak ağdalı bir dil kullanılmış, karakter...