Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Bundan yaklaşık 100 yıl önce (1928) yazılmış bir romanı okurken, günümüzde de değişen çok az şey var diyor olmak ne kadar acı. Paris'te geçen roman, sağlam bir kapitalizm eleştirisi. Otomobili oluşturan süreçleri, bölümler halinde işlemiş Ehrenburg. Otomobilin doğuşu, yürüyen bant, otomobil lastikleri, bir şiirsel arasöz, benzin, borsa ve yollar başlıklı bölümlerden oluşan Otomobilli Yaşam aslında tam roman sayılmaz. Şemsa Yeğin çevirisiyle 1984 yılı Oda Yayınları'ndan çıkan romanın başında yazarın notu şöyle diyor: Bu kitap bir roman değil, zamanımızın bir güncesidir. Kahramanlar birer düş ürünü olmadığı gibi, öykü de, yazar tarafından uydurulmuş değildir. Ancak yazar, kahramanlardan hernagi birinin resmi açıklamalarına bağlı kalmaktana, bu kişilerin hareletlerini kendi açıklamarıyla yansıtmayı seçti; böyle bir seçim yapabilme hakkını kendinde bulmaktadır. Tür olarak, belgesel roman diyebileceğimiz Otomobilli Yaşam, 2000 yılında Ve İnsan Otomobili Yarattı adıyla yeniden T...