Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Bugünekadarhiçkitabınıokumadığımyazarlarlistesi , 12 isim ile başlamıştı. Artık listede 9 isim kaldı. Kemal Tahir ve Attilâ İlhan 'ın ardından İhsan Oktay Anar'dan da bir kitap okumuş oldum, Puslu Kıtalar Atlası'nı bitirerek. İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1995 yılında yapan eserin 2019 tarihli 64. baskısını okudum. 238 sayfalık roman hakkında kısa bir not eklemek olmaz. Uzun not için ne kadar enerjim var, emin değilim ama en azından orta uzunlukta bir not niyetiyle başladım bu yazıya... Öncelikle İhsan Oktay Anar'ın diğer eserlerini de okumak isteği duyduğumu belirteyim. Masalsı bir roman, Puslu Kıtalar Atlası. Romanı bitirdiğimde aklımda kalanlardan hareketle, vermek istediği mesajı, ki belki de böyle bir mesaj yoktur, son derece üstü kapalı tutmayı tercih etmiş Anar. Bölümler arasındaki bağlantıyı kurabilmek için oldukça dikkatli okumak gerekiyor, elinizin altında internet bağlantısı da olmalı. Bu sayede filuri, metris, palanka duvarı, kolomborne,...