İkinci yarıya çok daha istekli başladı Fenerbahçe. İkinci gol için rakip kaleye yüklenirken yaptığı ataklar özellikle sol kanatta Kostiç'in yaptığı ortalara dayanıyordu. 60 ile 65. dakikalar arasında Rangers beraberlik golüne çok yaklaşsa da savunma ve kaleci İrfan Can'ın gününde olması umutlarımızı sürdürmeye yetti. İkinci gol, sağ kanattan gelişen atak sonucu geldi. İkinci golün ardından J ose Mourinho'nun yaptığı değişiklikler ile çok daha baskılı bir futbol ortaya koyduk. Üçüncü gole çok yaklaştığımız ataklar olsa da ne yazık ki şutlar kaleyi bulmadı. Rangers'ın arada bulduğu net fırsatlarda ise İrfan Can başarılıydı. Şimdi uzatmalarda ve belki de penaltı atışlarında belirlenecek tur atlayan takım. Uzun zamandır izlediğim en heyecanlı ikinci yarı olduğunu ekleyerek notlarımı sonlandırayım. Sonuç ne olursa olsun, 3-1'lik ilk maçı çevirmeyi başardı Fenerbahçe. Tebrikler, umarım turu geçen taraf olmayı da başarırlar.
1995 senesinden kalma bir film, The Net. Şirketlerde CRT monitörlü bilgisayarların, otomobillerde araç telefonlarının kullanıldığı günlerde çekilmiş. Bir distopya denilebilir sanırım. Tüm "sistemi" ele geçirmek üzere planlar yapan "kötüler" ile bu işe tesadüfen bulaşan, bilgisayarının başında yaşayan, insanlarla iletişimi zayıf ama kendisi güzel kadının macerası. Sonu, ilk sahnesinden belli olan Hollywood klişeleri ile dolu, mısır patlağı gibi bir film. Mısırı yerken, filmi izlerken keyif veriyor, sonrası ise pişmanlık... Gereksiz alınan kaloriler, gereksiz geçen zaman. Peki ben neden seneler sonra The Net (dilimize İnternette Av olarak çevrilmiş) filmini izledim? Yanıtı basit aslında. Mısır severim, pişmanlık duymam.