Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Adalet Ağaoğlu'nun Roman-tik Bir Viyana Yazı adlı romanını okuduktan sonra, romanla ilgili yazılan yazılara baktım. Hocaefendi'nin Sandukası'nın ismini o yazılarda gördüm. Geçen pazar günü dolaşırken Kızılırmak caddesinde seyyar tezgahlı sahaftan aldım romanı. İlk baskısını Aralık 1989'da Remzi Kitabevi yapmış. Benim okuduğum Nisan 1990 tarihli beşinci baskısıydı. 166 sayfalık romanı bir iki saat içerisinde bitirdim. Ağaoğlu'nun romanını değerlendiren akademisyen, Roman-tik Bir Viyana Yazı ile Hocaefendi'nin Sandukası'nın tarz olarak birbirine benzediğinden bahsetmişti. Gerçekten de her iki roman, alışılageldik roman tarzında kaleme alınmamış. Her iki romanda da, yazar, kendi ismiyle romanın bir kahramanı. Aynı tarzın kullanıldığı bir başka roman ise Kaan Arslanoğlu'nun Reenkarnasyon Kulubü'dür. Kendisini gerçek kimliği ile roman kahramanı yapmak, herşeyi bilen anlatıcıyı kullanmamayı da gerektiriyor. Bu durumda akış ve kurgu, klasik romandan a...