Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Kimileri tatili sever, kimileri tatile gitmeyi sever. Yazdıklarından, söyleşilerinden anladığım kadarıyla Uzuner de gitmeyi tercih edenlerden. "Kendimi bildim bileli en iyi hissettiğim ruh durumum hep yolda oldu. Kendi içimde ve dışımda yola çıkmayı, yollarda olmayı, yola düşmeyi ve yola vurmayı ben hep çok sevdim." s.15 Daha önce Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları adlı kitabıyla ilgili notlar düşmüştüm bloguma. Kumral Ada Mavi Tuna, Balık İzlerinin Sesi ve İki Yeşil Su Samuru adlı romanlarını, blog yazmaya başlamadan önce okumuştum. Çok sevdiğim bir dili var Uzuner'in. Yolda, yedi ülkede, farklı araçlarla yapılan yolculuk hikayelerinden oluşuyor. Her hikayede, yol arkadaşları ilginç şeyler anlatıyor. Yolda'nın sunuş yazısından öğrendiğimize göre Juan Goytisolo (İspanyol yazar) ile yapılan yolculuk dışındakilerde isimler değiştirilmiş. Her öykünün sonuna, öykünün geçtiği ülkenin özel yemeklerinden birisinin tarifi eklenmiş. İşin doğrusu yemeklerin hiçbiris...