Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Neredeyse 45 sene Ankara'da yaşadım. İstanbul'a taşınalı ise 2 sene kadar oluyor. Ankara'dayken, Ankara'dan başka yerde yaşayamam diye düşünen, şehri çok seven birisiydim. Hatta şairin dediği Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönüşü sözünü İstanbul için dillendirirdim, her İstanbul seyahati sonrası.
İstanbul'a taşınınca fikrin değişti mi diye sorarsanız şair haklıymış demekle yetinebilirim. Onca anıya, yaşanmışlığa karşın Ankara'nın en güzel yanı, benim için de artık, İstanbul'a dönüşü.
Günün her saati, neredeyse her noktasında trafik yoğunluğu olan, toplu taşıma araçlarına ise sabah erken ve akşam iş çıkışı saatleri kalabalık yüzünden zor binilen, merkezlerindeki her caddesinden her milletten insan seli akan, pahalı, havası gittikçe kirlenen bir şehir için insan neden böyle düşünür?
İstanbul, tüm hengamesine tüm kaotik yapısına karşın, hatta belki hengamesi ve kaotik yapısı sebebiyle çok sürprizli ve eğlenceli bir şehir. İmparatorluklara başkentlik yapmış olmanın getirdiği tarihi doku ve yaşanmışlık, her ne kadar artık sayıları çok azalmış da olsa, farklı din ve dillerdeki vatandaşlarının oluşturduğu kültürel zenginlik, sanatsal etkinliklerde hâlâ başkent özelliği ve elbette ne kadar bozulsa da doğal güzellikleri, boğazı - koruları - sahilleri ile İstanbul, bambaşka bir şehir.
Ankara'da üniversiteyi okuyup İstanbul'da çalışmaya başlayan ve ardından Avustralya'ya giden bir arkadaşım ile Kadıköy'de otururken, herkes gitmek için uğraşırken sen neden döndün diye sormuştum. İstanbul'u özledim yanıtı çok şaşırtmıştı. Bu konuşmayı yaptığımız dönem Ankara'da yaşıyordum. Yanıtından hiç bir şey anlamadığımı söyleyince, İstanbul bir virüs gibidir, her bünyede tutunamaz ama bir şekilde senin bünyende yaşamaya başlarsa, kurtuluşun da olmaz demişti. Sanırım haklıymış.
Ankara ile ilgili gerçek fikirlerimi ise bu yazıda paylaşmayacağım. Hem 45 senemi geçirdiğim şehrime haksızlık etmekten çekiniyorum hem de şehrin başkent ilan edilmesinin arkasındaki, bence, tarihsel nedenlere dair tespitlerimin doğruluğundan emin değilim.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.