Ana içeriğe atla

Medya - 4: Platformlar

1991 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Elektrik - Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde okumaya başladığımda cep telefonu yoktu. Evimizde bilgisayar ve internet bağlantısı da yoktu. 1993 yılında 486 DX 2 - 66 işlemcili bir toplama bilgisayar sahibi olduğumuzda, ki hâliyle "evin" bilgisayarıydı bu cihaz, internete bağlanmak için bir sene daha beklemiştik. Çevirmeli bağlantı ile bir fotografın inmesi bile epey vakit alıyordu. 1998'de TRT'de işe başladığımda yerel alan ağı ihalesi yeni yapılmıştı, geniş alan ağı bağlantısı ise henüz yoktu.

Bu girişi yapmamdaki amaç, "platform" kavramının hayatımıza neden bu kadar geç girdiğine dair bir tespitimi paylaşmak... Teknoloji, hem internet bağlantı hızları anlamında, hem de sıkıştırma algortimaları anlamında hazır değildi. 

Sanırım platformlardan bahsetmeye başlamadan önce Over The Top Television ya da daha yaygın bilinen adıyla OTT nedir sorusuna açıklık getirmek iyi olur. Endişelenmeyin, dünya bir gaz - toz bulutuyla zamanına götürmeyeceğim sizleri. Hatta, dilerseniz OTT'yi boş verip bu yazıyı okumayı sürdürebilirsiniz. OTT de neymiş diyenleri buraya davet edeyim.  

Medya yazı dizisinin klasik üçlüsü, üretim - dağıtım ve tüketim'e gelirsek; sıralamayı bozmayalım. 

Platformlarda Üretim: Oldukça sancılı bir konu platformlarda üretim. Platformlar, müşterilerine bir kütüphane sunar. Yüzlerce, çoğunlukla binlerce saat içeriğin olduğu bu kütüphanedeki "işler"in önemli bir bölümü daha önce çeşitli yerlerde yayınlanmış eski üretimlerin yeniden lisanslanmasıyla elde edilmiştir. Bu işlerin dışında, platformun sadece kendisi için ürettirdiği içerikler de kütüphanede yer alır. Platformları asıl öne çıkartan bu özel yapımlardır. 2013 yılında bir yazımda House of Cards adlı dizinin yapım sürecini ve Netflix'in sektörü değiştiren etkisini anlatmaya çalışmıştım. Klasik TV ekranlarında yer bulamayan işlere ekranlarını açan platformlar, bu sayede abonelerini arttırmak ve mevcutları korumaya çalışıyor. Peki Disney gibi bir devi dışarıda bırakırsak, platformların temel işi yapım olmadığına göre kim üretiyor bu işleri? Sorunun yanıtı içinde gizli, yapım şirketleri elbette. Bugün artık TV kanallarının da bir çoğu ekranlarında yayınladıkları işlerin neredeyse tamamını yapım şirketlerine ürettiriyor. Yazı dizisinde yapım şirketlerine yer vermeyi unuttum, ancak dizi ve film başlıkları altında onları da anlatmaya çalışacağım. Bu noktada aklınıza şu soru takılabilir, kimi içerikleri birden fazla platformda görüyorum. Bu nasıl oluyor? İçeriklerin telif hakkı sahiplerinin yaptıkları anlaşmalarına göre sadece bir ya da birden fazla platformda gösterilmesi olanaklı. Hatta kimi içerikler platformun bir ülkesinde yayındayken bir başka ülkede yayında olmayabiliyor. Bir süre izlediğiniz bir içeriği artık göremiyorsanız bunun sebebi de büyük olasılıkla telif hakkı sözleşmesidir. Disney'in durumu biraz farklı. Onu ayrı bir yazıda değerlendirmek istiyorum. Kısacası platformlar içeriklerin büyük çoğunluğunu başka mecralarda yayınlanmışlardan, küçük oranda ise platforma özel üretimlerle sağlar.

Platformlarda dağıtım: Platformlar içeriklerini tablet, telefon, televizyon ve bilgisayarlar üzerinden dağıtır. Content Delivery Network denilen CDN olarak kısaltılan, sağlam internet bağlantısına sahip bir çok sunucu bilgisayarlara kopyalanmış içerikler istemci tarafta, yani bizlerin cihazlarından gelen istekleri yanıtlar. CDN yatırımı, platformların önemli gider kalemleri arasında yer alır. Neyse ki günümüzde CDN'ler için yatırım yapmak da ayrı bir iş hâlinde. Platformlar anlaştıkları CDN sunucusundan hizmet alımı ile yayınını iletmekte. Bu başlık altında search and recommendation, Türkçesi ile arama ve tavsiye motorlarından bahsetmek istiyorum. Bir önceki başlıkta belirttiğim gibi platformların yüzlerce, çoğunlukla binlerce saatlik içeriği bulunuyor. Kullanıcı ara yüzünde bunların tümünü listelemek pek olanaklı değil. Bu yüzden, izleyicinin ilgisini çekecek içerikleri ön sıralarda göstermek, önceki seçimlerine göre önerilerde bulunmak amacıyla geliştirilen algoritmalar çok önemli. Tek işi bu olan şirketler var sektörde. Yapay zeka, arama tavsiye motorlarında çok kullanılıyor. 

Platformlarda tüketim: Disney yazısında uzunca bahsedeceğim ancak yeri gelmişken değineyim. Tüketim ile üretim süreleri arasında orantısız bir ilişki var. 90 dakikalık bir filmin hazırlanması aylar sürerken izlenmesi en fazla 90 dakika sürüyor. Platformun müşterisi doymak nedir bilmeyen bir insana benziyor. Önüne ne koyarsanız silip süpürüyor ve daha fazlası yok mu diyor sürekli. Bu doymayan insanı hep mutlu ve abone tutmak için kütüphaneyi geliştirmek çok maliyetli bir iş. Platformların büyük çoğunluğu reklamsız, sadece abonelik gelirleri ile çarkı çevirmeye çalışıyor. Abonelik dışında içerik satışından da bir gelir olsa da bu çoğunlukla kaydadeğer değil. Tek gelir kalemi abonelikken gider kalemleri oldukça fazla. İçeriklerin elde edilmesi için ödenen telifler ya da içerik üretimi için harcanan bütçeler, CDN'lere ve diğer altyapılara ödenen ücretler, resmi kurumlara ödenen lisans ücretleri, personel giderleri, reklâm giderleri... Abone gelirleri, şifre paylaşımı - ortak kullanım nedeniyle düşünce, platformlar bu dengesi durumu düzeltmek adına bir takım çabalar içerisine girdi. Exxen'in yaptığı gibi reklâmlı abonelik çözüm olasılıklarından birisi. Bir diğeri dizi şeklindeki içeriklerin yeni bölümlerinin bir hafta arayla platforma yüklenmesi. İki yaklaşımın da kendine göre dezavantajları var. 

Genel değerlendirme: Yazıda platformların adlarını olabildiğince geçirmemeye çalıştım. Bu çabamın nedeni her biri ülkemizde ticari faaliyette bulunan şirketlerin işlerine zarar vermemek. Bu yazı dizisindeki amacım sektörün içinde olmayan sıradan izleyiciye işlerin nasıl yapıldığına dair bir resim sunabilmekten ibaret. Bu yüzden Disney +'in Atatürk dizisine dair kararını değerlendirmedim. Blu TV, Gain, Exxen ve Tabii sektörün yerli oyuncuları. Amazon Prime, Disney +, Netflix, MUBİ uluslararası oyuncular. 

Elbette yazı dizisinde bahsetmediğim ancak bence platformlar arasında en sürdürülebilir iş modeline sahip şirket YouTube. Kimileri YouTube'u bir platform olarak bile görmüyor. Oysa yukarıda anlatmaya çalıştığım üretim, dağıtım, tüketim üçlüsünün tüm boyutlarında YouTube sürdürülebilir iş modellerine sahip. İçeriklerin büyük çoğunluğu bağımsız içerik üreticilerince hazırlanıyor. Gelir paylaşımı modeliyle YouTube tarafından yayınlanıyor ve izleyiciler, kendi aramalarına göre özelleştirilmiş reklâmlar eşliğinde ücretsiz ya da abone ücreti ödeyerek reklâmsız tüketiyor. Bu arada YouTube'un çok izlenen içerik üreticilerine bir takım imkânlar verdiğini de belirteyim.  

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

baston

Ulus'a gelmeyeli epey olmuş demek ki. Eskiden Hal'in içindeydi bu balıkçılar, şimdi sokağa kurmuşlar tezgahlarını, diye düşünerek Erzurum Oteli'ne doğru yürümeye devam etti. Sokağa kurulan tezgahlar nedeniyle zorlukla ilerleyebiliyordu. Hoş sokak boş olsa da elindeki baston, hızlı yürümesine imkân vermiyordu. Çok merdiven çıkmışım zamanında, diye anlatırdı soranlara. O kadar çok merdiven kullanmışım ki sonunda eklemlerimde sıvı kalmamış. Şimdi bu merete muhtaç oldum. Söyledikleri doğru muydu kendisi de bilmiyordu. Gençliğine dair anıları sisler içindeydi.  Simitçi, öğlen simitlerinin tazeliğini etrafa duyururken bastonuyla yavaş yavaş ilerleyen Sami'yi görüp, işte öğlen simidine hayır demeyecek birisi dedi yanında duran midyeciye.  Evladım ver bakalım bana bir simit ama çıtırından olsun. Bu esnaf niye sokağa dökülmüş, Hal'e ne oldu sen bilirsin.  Amca, Hal bakım onarımda, geçici süreliğine sokağa aldılar tezgahları.  Beni de bir bakım onarıma alsalar ne güzel olur. ...

ekmek kavgası

Biraz dikkat etsene.  Asıl sen dikkat et. Kanatların gagamın içine girecek. Yer yokmuş gibi dibimden uçuyorsun. Heyecan yaptığın da bir şey olsa. Gene kuru ekmek.  Eskiden şu adamdan yem alır atarlardı. Şimdi simidini bile paylaşmıyor kimse. Kuru ekmeği de bulamayacağımız günler gelir mi dersin.  Umarım düzelir işler. İnsanların yüzünden düşen bin parça. Herkes sinirli, herkes gergin. Yollarda da çok dikkat etmek gerek. Eskisi gibi değil arabalar. Geçenlerde bir kaç arkadaşımızı asfalta düşen yiyeceklerle meşgulken kaybettik.  Sorma, duydum onu konuşuyorlardı. Pek sık olmazdı bu durum.  Daha sakindi insanlar. Sabırlıydı.  Artık öyle değiller. Bir de biz başlamayalım.  Kalbini kırdıysam özür dilerim. Haydi bak kalabalık dağılmış. İstersen gel biz de ağaçtan aşağıya süzülelim, kalanlarla karnımızı doyuralım.  

kedi

Yanıma yaklaşırlarken, ne yalan söyleyeyim endişelendim. Şapkalı bir adam, yanında beyaz montlu bir kız çocuğu. Adam elindeki telefon ile fotoğraf çekiyor. Bizlere karşı ilgisiz görünüyor. Kız yaklaştı önce. Ne zamandır okşanmamış başıma kibarca dokundu. Doğru bir iş yaptığını anlatmak için başımı uzattım. Çenemi de kaldırıp bir sonra kaşıması gereken yeri gösterdim. Adam tam karşıma geçti ve telefonunu yüzüme doğrulttu. Sanırım benim fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan kız ile konuşuyorlar. Neden bahsediyorlar anlamıyorum. Kaç gündür yağan yağmur sonrası yüzünü gösteren güneşe karşı böyle okşanmak çok iyi geldi.  Mama istediğimizi düşünürler. Oysa çoğu kez başımızın, çenemizin sevgiyle okşanmasıdır tek ihtiyacımız.

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

beklenen

Gelecek mi acaba? Saat öğleni geçti. Güneş tepede değil artık. Burada sözleştiğimize eminim. Telefonuna da ulaşılamıyor. Alışılmadık bir durum değil, telefonla ona ulaşamamak. Ya çalar duymaz, ya açmayı unutmuştur. Neyse ki bankta yer buldum, bir aşağı bir yukarı yürümekten kurtuldum. Geçen hafta mesajlaştığımızda kararlaştırmıştık buluşma yerini. Dalyan'daki Beltur'un önü diye. Yarım saat geçmiş ama umudumu koruyorum.  Neşeyle koşturan köpekler, onlara endişe ile bakan kediler, kedilerin mamalarına dadanan martılar ve hepsine aldırış etmeden bağıran kargalar... Caddebostan sahilinde sıradan bir öğleden sonra. 

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

martı

Martı kadar özgür olmak isterdim bu hayatta. Gemilerin ardında kâh adadan adaya, kâh Anadolu'dan Avrupa'ya dolaşmak isterdim. Avazım çıktığı kadar bağırmak, yorulunca denizin üzerinde dinlenmek, sıkılınca kayaların tepesinde güneşlenmek... Kim bilir martılar ne düşünüyor bize bakınca. Acaba onlar da diyor mudur şu dünyada insan olsaydım diye. Kalabalık şehirlerde, sıkış tepiş otobüslerde, akmayan trafiğin içinde kalakalmış arabalarda, sel halinde dolaşan insanların arasında biz de olsaydık diyor mudur?