Ana içeriğe atla

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Medya - 4: Platformlar

1991 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Elektrik - Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde okumaya başladığımda cep telefonu yoktu. Evimizde bilgisayar ve internet bağlantısı da yoktu. 1993 yılında 486 DX 2 - 66 işlemcili bir toplama bilgisayar sahibi olduğumuzda, ki hâliyle "evin" bilgisayarıydı bu cihaz, internete bağlanmak için bir sene daha beklemiştik. Çevirmeli bağlantı ile bir fotografın inmesi bile epey vakit alıyordu. 1998'de TRT'de işe başladığımda yerel alan ağı ihalesi yeni yapılmıştı, geniş alan ağı bağlantısı ise henüz yoktu.

Bu girişi yapmamdaki amaç, "platform" kavramının hayatımıza neden bu kadar geç girdiğine dair bir tespitimi paylaşmak... Teknoloji, hem internet bağlantı hızları anlamında, hem de sıkıştırma algortimaları anlamında hazır değildi. 

Sanırım platformlardan bahsetmeye başlamadan önce Over The Top Television ya da daha yaygın bilinen adıyla OTT nedir sorusuna açıklık getirmek iyi olur. Endişelenmeyin, dünya bir gaz - toz bulutuyla zamanına götürmeyeceğim sizleri. Hatta, dilerseniz OTT'yi boş verip bu yazıyı okumayı sürdürebilirsiniz. OTT de neymiş diyenleri buraya davet edeyim.  

Medya yazı dizisinin klasik üçlüsü, üretim - dağıtım ve tüketim'e gelirsek; sıralamayı bozmayalım. 

Platformlarda Üretim: Oldukça sancılı bir konu platformlarda üretim. Platformlar, müşterilerine bir kütüphane sunar. Yüzlerce, çoğunlukla binlerce saat içeriğin olduğu bu kütüphanedeki "işler"in önemli bir bölümü daha önce çeşitli yerlerde yayınlanmış eski üretimlerin yeniden lisanslanmasıyla elde edilmiştir. Bu işlerin dışında, platformun sadece kendisi için ürettirdiği içerikler de kütüphanede yer alır. Platformları asıl öne çıkartan bu özel yapımlardır. 2013 yılında bir yazımda House of Cards adlı dizinin yapım sürecini ve Netflix'in sektörü değiştiren etkisini anlatmaya çalışmıştım. Klasik TV ekranlarında yer bulamayan işlere ekranlarını açan platformlar, bu sayede abonelerini arttırmak ve mevcutları korumaya çalışıyor. Peki Disney gibi bir devi dışarıda bırakırsak, platformların temel işi yapım olmadığına göre kim üretiyor bu işleri? Sorunun yanıtı içinde gizli, yapım şirketleri elbette. Bugün artık TV kanallarının da bir çoğu ekranlarında yayınladıkları işlerin neredeyse tamamını yapım şirketlerine ürettiriyor. Yazı dizisinde yapım şirketlerine yer vermeyi unuttum, ancak dizi ve film başlıkları altında onları da anlatmaya çalışacağım. Bu noktada aklınıza şu soru takılabilir, kimi içerikleri birden fazla platformda görüyorum. Bu nasıl oluyor? İçeriklerin telif hakkı sahiplerinin yaptıkları anlaşmalarına göre sadece bir ya da birden fazla platformda gösterilmesi olanaklı. Hatta kimi içerikler platformun bir ülkesinde yayındayken bir başka ülkede yayında olmayabiliyor. Bir süre izlediğiniz bir içeriği artık göremiyorsanız bunun sebebi de büyük olasılıkla telif hakkı sözleşmesidir. Disney'in durumu biraz farklı. Onu ayrı bir yazıda değerlendirmek istiyorum. Kısacası platformlar içeriklerin büyük çoğunluğunu başka mecralarda yayınlanmışlardan, küçük oranda ise platforma özel üretimlerle sağlar.

Platformlarda dağıtım: Platformlar içeriklerini tablet, telefon, televizyon ve bilgisayarlar üzerinden dağıtır. Content Delivery Network denilen CDN olarak kısaltılan, sağlam internet bağlantısına sahip bir çok sunucu bilgisayarlara kopyalanmış içerikler istemci tarafta, yani bizlerin cihazlarından gelen istekleri yanıtlar. CDN yatırımı, platformların önemli gider kalemleri arasında yer alır. Neyse ki günümüzde CDN'ler için yatırım yapmak da ayrı bir iş hâlinde. Platformlar anlaştıkları CDN sunucusundan hizmet alımı ile yayınını iletmekte. Bu başlık altında search and recommendation, Türkçesi ile arama ve tavsiye motorlarından bahsetmek istiyorum. Bir önceki başlıkta belirttiğim gibi platformların yüzlerce, çoğunlukla binlerce saatlik içeriği bulunuyor. Kullanıcı ara yüzünde bunların tümünü listelemek pek olanaklı değil. Bu yüzden, izleyicinin ilgisini çekecek içerikleri ön sıralarda göstermek, önceki seçimlerine göre önerilerde bulunmak amacıyla geliştirilen algoritmalar çok önemli. Tek işi bu olan şirketler var sektörde. Yapay zeka, arama tavsiye motorlarında çok kullanılıyor. 

Platformlarda tüketim: Disney yazısında uzunca bahsedeceğim ancak yeri gelmişken değineyim. Tüketim ile üretim süreleri arasında orantısız bir ilişki var. 90 dakikalık bir filmin hazırlanması aylar sürerken izlenmesi en fazla 90 dakika sürüyor. Platformun müşterisi doymak nedir bilmeyen bir insana benziyor. Önüne ne koyarsanız silip süpürüyor ve daha fazlası yok mu diyor sürekli. Bu doymayan insanı hep mutlu ve abone tutmak için kütüphaneyi geliştirmek çok maliyetli bir iş. Platformların büyük çoğunluğu reklamsız, sadece abonelik gelirleri ile çarkı çevirmeye çalışıyor. Abonelik dışında içerik satışından da bir gelir olsa da bu çoğunlukla kaydadeğer değil. Tek gelir kalemi abonelikken gider kalemleri oldukça fazla. İçeriklerin elde edilmesi için ödenen telifler ya da içerik üretimi için harcanan bütçeler, CDN'lere ve diğer altyapılara ödenen ücretler, resmi kurumlara ödenen lisans ücretleri, personel giderleri, reklâm giderleri... Abone gelirleri, şifre paylaşımı - ortak kullanım nedeniyle düşünce, platformlar bu dengesi durumu düzeltmek adına bir takım çabalar içerisine girdi. Exxen'in yaptığı gibi reklâmlı abonelik çözüm olasılıklarından birisi. Bir diğeri dizi şeklindeki içeriklerin yeni bölümlerinin bir hafta arayla platforma yüklenmesi. İki yaklaşımın da kendine göre dezavantajları var. 

Genel değerlendirme: Yazıda platformların adlarını olabildiğince geçirmemeye çalıştım. Bu çabamın nedeni her biri ülkemizde ticari faaliyette bulunan şirketlerin işlerine zarar vermemek. Bu yazı dizisindeki amacım sektörün içinde olmayan sıradan izleyiciye işlerin nasıl yapıldığına dair bir resim sunabilmekten ibaret. Bu yüzden Disney +'in Atatürk dizisine dair kararını değerlendirmedim. Blu TV, Gain, Exxen ve Tabii sektörün yerli oyuncuları. Amazon Prime, Disney +, Netflix, MUBİ uluslararası oyuncular. 

Elbette yazı dizisinde bahsetmediğim ancak bence platformlar arasında en sürdürülebilir iş modeline sahip şirket YouTube. Kimileri YouTube'u bir platform olarak bile görmüyor. Oysa yukarıda anlatmaya çalıştığım üretim, dağıtım, tüketim üçlüsünün tüm boyutlarında YouTube sürdürülebilir iş modellerine sahip. İçeriklerin büyük çoğunluğu bağımsız içerik üreticilerince hazırlanıyor. Gelir paylaşımı modeliyle YouTube tarafından yayınlanıyor ve izleyiciler, kendi aramalarına göre özelleştirilmiş reklâmlar eşliğinde ücretsiz ya da abone ücreti ödeyerek reklâmsız tüketiyor. Bu arada YouTube'un çok izlenen içerik üreticilerine bir takım imkânlar verdiğini de belirteyim.  

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Tehlikeli Şarkılar / Tuna Kiremitçi

Polisiye, severek okuduğum bir tür. Tuna Kiremitçi , beğenerek okuduğum bir yazar. Sevdiğim tür ve beğenerek okuduğum yazarı bir araya getiren Tehlikeli Şarkıları okuyup bitirmem, belki de bu yüzden, çok hızlı oldu.  Kitabın kapağında Bir Başkomiser Perihan Uygur Polisiyesi ifadesine yer verilmiş. Ahmet Ümit'in başkomiser Nevzat'ı, Emrah Serbes'in başkomiser Behzat'ı gibi Tuna Kiremitçi'nin başkomiser Perihan'ı varmış. Tehlikeli Şarkılar, Perihan Uygur'un, yanılmıyorsam, üçüncü macerası.  Yazarlığının yanı sıra müzisyen de olan Kiremitçi, müzik dünyasına dair ayrıntılarla süslü Tehlikeli Şarkılar'da iyi bildiği bir dünyayı anlatmanın konforu içinde. Bu ara yazarlarla yapılan söyleşi videoları izliyorum. Bu videoların birinde, yazar bildiği şeylerden yola çıkarak kurmalı romanını diyordu severek okuduğum bir isim. Bir diğer söyleşide ise, gene severek okuduğum başka bir isim, ben bilmediklerimi araştırıp kurarım romanlarımın çatısını diye açıklıyordu alem...