Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Bir kaç ay boyunca sabah ve akşam Galata Köprüsü ile Unkapanı - Atatürk köprüsü üzerinde yürüyünce farklı bir sonuç beklemek pek kolay değildi. Günün neredeyse her saati her iki köprünün üzerinde balık tutanları gördüm. Vejetaryen olmaya karar vermem, bu balıkçıların oltalarında ya da olta iğnesinden çıkıp asfaltın üzerinde can çekişen balıkları görmem sonrasına denk geldi.
Geçtiğimiz senelerde vegan beslenmeyi denemiş ancak üç ay sonunda pes etmiştim. Vejetaryen beslenmeyi ne kadar sürdürebilirim emin değilim. Kokoreçten kelle paça çorbaya, ciğer kebaptan kuzu pirzolaya her türlü kırmızı et, tavuk, hindi, balık, deniz kabukluları... Diyeceğim o ki dışarıda pişen her türlü et ürününü zevkle tüketen birisiydim.
Her şeyin bir vakti olduğuna inanıyorum. Vejetaryen beslenmenin de vakti gelmişti bence...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.