Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
İlk kez okuduğum yazarlar listesine eklenen son isim Tuna Kiremitçi oldu. Başka bir şehirde ve başka bir zamanda okusaydım bu kadar beğenir miydim bilmiyorum, ancak İstanbul günlerinde ve yarım asra yaklaşan yaşımda okuyunca çok keyif aldım. Orta yaşlarda, eşinden boşanmış, pazar günlerini birlikte geçirdiği bir kızı olan ve kocası tarafından terk edilmiş üst komşusundan -kendine bile itiraf edemese de- hoşlanan Memet'in ağzından anlatılıyor hikâye. Öyle sürprizli bir son falan yok. Hayatın kendisi kadar heyecanlı ya da hayat gibi monoton. Hayatı nasıl algıladığınıza ve yaşadığınıza göre değişir romanın ritmini tarifiniz. Terk eden kocanın başına ne geldiğini merak ettiriyor başlarda. Ancak düğüm kısa sürede çözülüyor. Terk edilen eş ile Memet'in aralarında bir şey olacak mı diye merak ettiriyor sonra. Neyse, bu sorunun yanıtını yazıp okuma keyfini bozmayayım. Kısacası, Tuna Kiremitçi'den okuduğum ilk roman, ancak son olmayacak büyük olasılıkla. Bu arada yazıya eklediğ...