Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Ahmet Ümit'in Ekim 2013'te Everest Yayınları'ndan çıkan polisiye romanı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'nin aynı tarihli ikinci baskısını okudum. Eser 412 sayfalık olmasına karşın, Ahmet Ümit'ten daha önce okuduğum kitaplar gibi, kısa sürede bitti. Geride hayranlık ile birlikte aşağıdaki satırları bıraktı...
Haziran 2013'te yaşanan Gezi Parkı süreci, romanın ana gövdesini oluşturuyor bence. Ahmet Ümit polisiyelerinde cinayetleri çözen Başkomiser Nevzat'ın ağzından, özelde Tarlabaşı ve Beyoğlu bölgesinin genelde ise İstanbul'un hatta ülkenin durumunu analiz eden tespitler yapılıyor. Yaşanılan sorunlarda suçu, fiili işleyen toplumun unuttuklarında bulan yardımcısı Ali'yi uyarırken şöyle diyor Başkomiser Nevzat:
"Yani şunu demek istiyorum, nasıl ki çiftçi buğday yetiştirmek için toprağı bilmek zorundaysa, biz de suçla mücadele etmek için bu yoksul insanları çok iyi tanımak zorundayız. Ama daha aştan onları suçlu sayarsan, yanlış yapmış olursun. Üstelik biz de onlar gibiyiz. Evet, öyle şaşkın bakma suratıma. Arasından geçtiğimiz şu kalabalıkta hali vakti yerinde kaç kişi var zannediyorsun? Peki bizim polislerin arasında kaç zengin insan var? Aslında babamın milyonları var, ama merakımdan katillerin peşinden koşuyorum diyen kaç arkadaşımız var? Yahu aldığımız maaş ne kadar? Hadi bizden geçtim en üst kademedeki emniyet müdürü ne kadar para alıyor? Şehit olan arkadaşlarımızın ailelerine ödenen tazminatın tutarı ne? Yok evladım, yanlış yerden bakıyorsun. Bu insanlar suçlu filan değil, suçlu arıyorsan bakışlarını derinlere çevirmelisin."s.97
Romanın ilk sayfalarında işlenen ve kurbanın anlatımıyla şahit olduğumuz cinayeti kimin işlediği sorusu ile roman sonuna kadar uğraşırken, Tarlabaşı ve Beyoğlu'nun değişen yüzü, göç etmek zorunda kalan gayrimüslim vatandaşlarımız, yargılayıcı bakış açıları da bize eşlik ediyor. Ali ve Zeynep arasındaki ilişki, romanın irdelediği sorunların sertliğini yumuşatıyor. Sonuçta ortaya dört başı mahmur bir polisiye roman çıkıyor.
Özellikle polisiye sevenlere hararetle öneririm...
Yazılarınızı takip ediyorum oldukça bilgilendirici devamını diliyorum. “Hararetle önermek” deyimi kulağa enteresan geliyor.
YanıtlaSilHaklısınız, biraz kulak tırmalıyor. Açıkçası daha iyi bir ifade önerisine hayır demem. Şiddetle tavsiye ederim diye yazayım demiştim. Şiddet, pek doğru gelmedi.
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkürler.
Saygılarımla