Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Ellen Meiksins Wood'un Sınıftan Kaçış adlı kitabına dair yazdığım notu aşağıdaki paragraf ile bitirmiştim:
Wood'un yazdıklarına ya da eserde eleştirilen akımların savunduklarına dair yorum yapmam ise mümkün değil. Öyle bir birikime sahip değilim. Tek söyleyebileceğim, yakın gelecekte insana ihtiyaç duymayan bir üretim sürecini göreceğimiz. Böylesi bir dünyada teorik bilgileri güncellemek, ezberleri bozmak gerekecek.
Yazımı okuyan bir arkadaşımın önerisi ile haberdar oldum Otomatik Piyano'dan. Gene aynı arkadaşımdan alıp kısa sürede okuyunca, Kurt Vonnegut'un 1952 yılında, üretime dair her işin makineler tarafından yapıldığı, insanları IQ puanlarına göre sınıflandırıldığı, kimsenin aç ve açık olmadığı ancak boş ve işlevsiz kalmanın dayanılmaz ağırlığı ile "insanlıktan çıktığı" bir dünyayı anlattığını gördüm.
İrma Dolanoğlu Çimen'in çevirisi ile Haziran 2018'de April yayıncılığın baskısından okudum, 374 sayfalık romanı. Kitapta elektron tüpleri ve delikli kart gibi, günümüzde artık kullanılmayan bilgisayar terimlerine dair yayıncı-çevirmen notları eklenseydi güzel olurdu diye düşündüm. Son derece etkileyici bir kurgu ile yazılmış roman. Distopik dünyanın nasıl olduğunu anlatmak için ülkeyi gezmeye gelmiş bir kralın kullanılması zekice olmuş. Bu sayede okuyucunun aklına takılan bir çok konu, krala anlatılırken, ortaya konuluyor. İşin ilginci, belki de acısı, sıradan işlerle ilgilenmek durumunda / zorunda kalanların hayatlarıyla bugün yaşamakta olduğumuz hayatların fazlasıyla benzer oluşu. Gerçi şimdi haksızlık yapmama adına, Otomatik Piyano'nun dünyasında açlık da yok evsizlik de. Temel sağlık güvencesi ve temel gelir de "sistemin" önerdiği işlerde çalıştığın sürece garanti edilmiş durumda.
Konusu bakımından Yevgeni Zamyatin'in Biz'ini anımsattı. İnternette rastladığım Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan bir yazıda Vonnegut'un bu benzerliğin rastlantısal olmadığına dair sözlerine denk geldim.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.