Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Ellen Meiksins Wood'un Sınıftan Kaçış adlı kitabına dair yazdığım notu aşağıdaki paragraf ile bitirmiştim:
Wood'un yazdıklarına ya da eserde eleştirilen akımların savunduklarına dair yorum yapmam ise mümkün değil. Öyle bir birikime sahip değilim. Tek söyleyebileceğim, yakın gelecekte insana ihtiyaç duymayan bir üretim sürecini göreceğimiz. Böylesi bir dünyada teorik bilgileri güncellemek, ezberleri bozmak gerekecek.
Yazımı okuyan bir arkadaşımın önerisi ile haberdar oldum Otomatik Piyano'dan. Gene aynı arkadaşımdan alıp kısa sürede okuyunca, Kurt Vonnegut'un 1952 yılında, üretime dair her işin makineler tarafından yapıldığı, insanları IQ puanlarına göre sınıflandırıldığı, kimsenin aç ve açık olmadığı ancak boş ve işlevsiz kalmanın dayanılmaz ağırlığı ile "insanlıktan çıktığı" bir dünyayı anlattığını gördüm.
İrma Dolanoğlu Çimen'in çevirisi ile Haziran 2018'de April yayıncılığın baskısından okudum, 374 sayfalık romanı. Kitapta elektron tüpleri ve delikli kart gibi, günümüzde artık kullanılmayan bilgisayar terimlerine dair yayıncı-çevirmen notları eklenseydi güzel olurdu diye düşündüm. Son derece etkileyici bir kurgu ile yazılmış roman. Distopik dünyanın nasıl olduğunu anlatmak için ülkeyi gezmeye gelmiş bir kralın kullanılması zekice olmuş. Bu sayede okuyucunun aklına takılan bir çok konu, krala anlatılırken, ortaya konuluyor. İşin ilginci, belki de acısı, sıradan işlerle ilgilenmek durumunda / zorunda kalanların hayatlarıyla bugün yaşamakta olduğumuz hayatların fazlasıyla benzer oluşu. Gerçi şimdi haksızlık yapmama adına, Otomatik Piyano'nun dünyasında açlık da yok evsizlik de. Temel sağlık güvencesi ve temel gelir de "sistemin" önerdiği işlerde çalıştığın sürece garanti edilmiş durumda.
Konusu bakımından Yevgeni Zamyatin'in Biz'ini anımsattı. İnternette rastladığım Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan bir yazıda Vonnegut'un bu benzerliğin rastlantısal olmadığına dair sözlerine denk geldim.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.