Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
2020 senesinde, bugüne kadar hiçbir kitabını okumadığım yazarların eserlerine öncelik veriyorum. Bu bağlamda, 12 yazar belirlemiştim, 2019 sonlarında. 12 yazardan birisi olan Attilâ İlhan'dan okuduğum ilk "nesir", Fena Halde Leman oldu.
1966 yılında Karşıyaka, İzmir'de yazılmaya başladığı Fena Halde Leman romanını Kasım 1979'da Ankara Kavaklıdere'de tamamlamış Attilâ İlhan. İlk baskısı 1980 senesinde yapılmış. Benim okuduğum, Karacan Yayınları'nca Şubat 1981 tarihli ikinci baskısıydı. Son sözü ile birlikte 311 sayfalık eseri, tek kelime ile anlat deseler "çarpıcı" derdim.
Ülkenin içinden geçtiği süreçleri romanlarında konu eden bir yazarmış Attilâ İlhan. Fena Halde Leman'da yerli burjuvazi, yabancı sermaye ile ilişkilerine dair tespitler yer alıyor. Şiirleri ile tanıdığım İlhan'dan okuduğum ilk romandaki betimlemeler, deyim yerindeyse, şiir tadında:
"Eylül sonlarında bir gündü, güneşin denizden yansıyıp İzmir'i erimiş cam aydınlığına boğduğu, bunaltıcı sıcağın tenimize ağda gibi yapıştığı bir gün." s.20
"Akşam eflâtun cam kırığı halinde şehrin üzerine serpiliyordu." s.29
"Bir yerde, geçici de olsa hayat kurabilmem, ayağımın altında zemini sağlam hissetmeme bağlı, zemin oynadı mı kayar giderim korkusuna düşerim; Paris gözüme bir türlü sert ve sağlam gözükmüyor; tam tersine, terli, yapışkan ve yumuşak, bir büyücüler gecesinde kumsala vurmuş dev bir deniz anasını hatırlatıyor bana, soyut bir deniz anasını: yanılıp yakılıp, parmağının ucuyla dokunacak olsan, kaypak mor ışık lekeleri, jelatinli koyu bir sıvı halinde dağılıveriyor." s.157
Örnekleri vermeye devam etsem bu yazı bitmeyecek.
Romanı tek kelime ile anlatmak istesem "çarpıcı" kelimesini kullanırım demiştim. Bu çarpıcılık, bir yandan şiir tadında betimlemelerden kaynaklansa da asıl nedeni anlattıkları elbette. Attilâ İlhan, kadın ve erkek cinselliğini bambaşka bir açıdan ele alıyor Fena Halde Leman'da. Fatih Özgüven'in Yeni Gündem'in 1984 Kasım'ında yayınlanan söyleşisinde şöyle diyor:
Kalın çizgili, bol renkli, stilize bir yazıyı seviyorsunuz. Böyle bir yazı dünyası içinde Leman'ın yeri nedir?
Ben Türk romanını okurken, özellikle cumhuriyet nesli romancılarında şöyle bir şey gördüm. Israrla, Türk toplumundaki her türlü azınlıkları yok sayıyorlar. Ben o zaman total bir roman yazma peşindeyim; yani çok sağlam ekonomik, toplumsal taban ama aynı sağlamlıkta beşeri-psikolojik bir de tavan ... Türk toplumuna baktığımda inanılmayacak zenginlikte tipler gördüm. İlk romanımdan itibaren etnik azınlıktan tipler almışımdır. Cinsel azınlıklar da hemen arkasından sökün eder. Yavaş yavaş şöyle bir yere vardım ki, insanın diyalektiği dediğimiz olay en az toplumsal diyalektik kadar cinsel diyalektiğe da dayanıyor. İnsan davranışlarını yönlendiren bu ikisi...
Cinsel diyalektikten tam olarak ne anlıyorsunuz?
Çok net ve çok açık; insan bünyesinde her iki cinsten hormonların bulunduğu biliniyor. Bu hormonların limit oranları içinde kalındığı takdirde kadın da erkek de ön kabul haline gelmiş davranış biçimlerinde bulunuyorlar. Ama değişiklikler olursa o insanlarda da değişiklikler oluyor. İşte bu, yani insanın içindeki zıddının kendisiyle çatışması onun cinsel diyalektiğini oluşturuyor. Yani bir kadının içerisinde erkek, bir erkeğin içerisinde kadın. Mademki diyalektikte her şey zıddını içerir, mademki böyle bir hormonal denge vardır ...
Konuşulması tabu sayılan konuların başında geliyor cinsellik. Fena Halde Leman, tabuları yerle bir ediyor.
Romana dair daha yazacağım çok şey olsa da otosansür devreye giriyor. Son söz olarak, mutlaka okumanız gereken bir roman olduğunu ekleyerek bitireyim...
"Eylül sonlarında bir gündü, güneşin denizden yansıyıp İzmir'i erimiş cam aydınlığına boğduğu, bunaltıcı sıcağın tenimize ağda gibi yapıştığı bir gün." s.20
"Akşam eflâtun cam kırığı halinde şehrin üzerine serpiliyordu." s.29
"Bir yerde, geçici de olsa hayat kurabilmem, ayağımın altında zemini sağlam hissetmeme bağlı, zemin oynadı mı kayar giderim korkusuna düşerim; Paris gözüme bir türlü sert ve sağlam gözükmüyor; tam tersine, terli, yapışkan ve yumuşak, bir büyücüler gecesinde kumsala vurmuş dev bir deniz anasını hatırlatıyor bana, soyut bir deniz anasını: yanılıp yakılıp, parmağının ucuyla dokunacak olsan, kaypak mor ışık lekeleri, jelatinli koyu bir sıvı halinde dağılıveriyor." s.157
Örnekleri vermeye devam etsem bu yazı bitmeyecek.
Romanı tek kelime ile anlatmak istesem "çarpıcı" kelimesini kullanırım demiştim. Bu çarpıcılık, bir yandan şiir tadında betimlemelerden kaynaklansa da asıl nedeni anlattıkları elbette. Attilâ İlhan, kadın ve erkek cinselliğini bambaşka bir açıdan ele alıyor Fena Halde Leman'da. Fatih Özgüven'in Yeni Gündem'in 1984 Kasım'ında yayınlanan söyleşisinde şöyle diyor:
Kalın çizgili, bol renkli, stilize bir yazıyı seviyorsunuz. Böyle bir yazı dünyası içinde Leman'ın yeri nedir?
Ben Türk romanını okurken, özellikle cumhuriyet nesli romancılarında şöyle bir şey gördüm. Israrla, Türk toplumundaki her türlü azınlıkları yok sayıyorlar. Ben o zaman total bir roman yazma peşindeyim; yani çok sağlam ekonomik, toplumsal taban ama aynı sağlamlıkta beşeri-psikolojik bir de tavan ... Türk toplumuna baktığımda inanılmayacak zenginlikte tipler gördüm. İlk romanımdan itibaren etnik azınlıktan tipler almışımdır. Cinsel azınlıklar da hemen arkasından sökün eder. Yavaş yavaş şöyle bir yere vardım ki, insanın diyalektiği dediğimiz olay en az toplumsal diyalektik kadar cinsel diyalektiğe da dayanıyor. İnsan davranışlarını yönlendiren bu ikisi...
Cinsel diyalektikten tam olarak ne anlıyorsunuz?
Çok net ve çok açık; insan bünyesinde her iki cinsten hormonların bulunduğu biliniyor. Bu hormonların limit oranları içinde kalındığı takdirde kadın da erkek de ön kabul haline gelmiş davranış biçimlerinde bulunuyorlar. Ama değişiklikler olursa o insanlarda da değişiklikler oluyor. İşte bu, yani insanın içindeki zıddının kendisiyle çatışması onun cinsel diyalektiğini oluşturuyor. Yani bir kadının içerisinde erkek, bir erkeğin içerisinde kadın. Mademki diyalektikte her şey zıddını içerir, mademki böyle bir hormonal denge vardır ...
Konuşulması tabu sayılan konuların başında geliyor cinsellik. Fena Halde Leman, tabuları yerle bir ediyor.
Romana dair daha yazacağım çok şey olsa da otosansür devreye giriyor. Son söz olarak, mutlaka okumanız gereken bir roman olduğunu ekleyerek bitireyim...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.