Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Sadece 0 ve 2'lerden oluşan bir tarih... Bugünü yazısız geçemezdim.
Nasıl bir gelecek bekliyor bizden sonraki kuşağı, kestirmek kolay değil. Vonnegut'un Otomatik Piyano adlı distopyası kadar bile insancıl olmayacağından endişeliyim, uzunca bir süredir. "Dünya" adlı sahnede "figüran" rollerini üstlenenlere duyulan "ihtiyaç", her geçen sene azalıyor. "Sistem", artık varlığına pek ihtiyaç duyulmayan bu "figüran"ları daha ne kadar "besleyecek"?
Farkındayım, karamsar bir yazı oldu/oluyor. Ancak, haberleri izlediğinizde karamsarlığa kapılmak işten değil.
Neyse, enseyi karartmamak gerek gene de...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.