Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
160 sayfalık kısa romanın yazarı, ilk kez okuduğum ve okumakta geç kaldığım yazarlar listesinden: Knut Hamsun. Norveçli yazar ile bu kadar geç tanışmam üzücü.
Neyse, geç olsun güç olmasın diyelim ve gelelim Açlık adlı romana. Benim okuduğum Behçet Necatigil'in çevirisiydi. Çevirmenin şair oluşu romana neler kattı acaba diye düşünmeden duramadım. Bu arada kitapta belirtilmemiş ama muhtemelen Hamsun romanının Türkçe çevirisi, İngilizce çevirisinden çevrilmiş. Bu çevirinin çevirisi konusu bambaşka ve epey çetrefilli. Japonca ve Rusça yazılmış romanlarda da rastlamıştım. Aslında Almanca, İngilizce ve Fransızca dışındaki dillerde yazılan eserlerin ortak kaderi belki.
İnsanın içine işleyen bir roman olan Açlık'ı Varlık Yayınları tarafından 1993 yılında yapılan 7. baskısından okudum. Elimden bırakmayacağımı düşünsem gece başlamazdım. Size önerim, geç saatte okumaya başlamayın, uykusuzluk iyi bir şey değil.
Romanda tarif edilen şehir ve şehir hayatı, kiralık odalar-fakirlik-parklar, Dostoyevski'nin Öteki adlı eserini hatırlattı. Konusu değil elbette, sadece konunun geçtiği şehir. Saint Petersburg ile Kristiania (bugünkü adıyla Oslo) birbirine yakın şehirler, en azından aşağı yukarı aynı enlemdeler.
Yazının bundan sonraki bölümlerini romanı bitirdikten sonra okumanızı öneririm.
160 sayfalık dört bölümden oluşan romanda anlatılanlar, yazar Knut Hamsun'un yaşamının bir döneminde yaşadığı açlık/sefalet ile örtüşüyormuş. Belki de bunun da etkisi ile yazar adayı kahramanın katlanmak durumunda kaldığı açlık, ki açlık yazıp duruyorum anlatılan gerçek fiziksel açlık, çok çarpıcı ayrıntılar ile ortaya konulmuş. Örneğin bir yazısının karşılığı aldığı para ile gittiği lokantada yediği eti midesi kaldırmıyor ve tüm yediğini kusuyor ya da kasaptan köpeklerim için kemik var mı diyerek aldığı kemik parçasını kemiriyor açlığını bastırmak için. Gene bir başka paragrafta talaş parçası kemiriyor. Yani çok yoğun ve uzun süreli açlık ile mücadele ediyor yazar.
Tüm bu açlığına ve parasızlığına karşın ihtiyacı olduğunu düşündüğü kişiler için yardımlar yapmaktan geri durmayan bir karakter, romanın kahramanı. Sefaletini kimseyle paylaşmayan, yardım önerilerini geri çeviren, belediyenin aş evine gitmeyen, hırsızlık yapmayan, yanlışlık sonucu kendisine verilen para üstünü harcamak yerine bağışlayan, bugünden bakınca kolay anlaşılmaz birisi.
Knut, yazının başında da belirttiğim gibi, "daha önce okumadığım ve okumakta geç kaldığım" yazarlar listesinden. İlk kez bir eserini okuduğum yazarların hayatlarıyla ilgili bilgileri merak ediyorum. Knut'u araştırırken 1920'de Nobel Edebiyat ödülü aldığı ve ikinci dünya savaşı sırasında Hitler yanlısı açıklamalar yaptığı hatta Nobel ödülünü Gobbels'e verdiğine dair bilgiler ile karşılaştım. Norveçlilerin Hamsun'a gösterdikleri tepki ise çok etkileyici. Evlerindeki kitaplarını götürüp Hamsun'un evinin bahçesine bırakmak... Bir yazara verilebilecek en ağır ceza belki de.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.