Ana içeriğe atla

avm otoparkları

Hafta sonları alış veriş merkezlerine gitmeyi sevmiyorum. Hem otoparkında yer bulmak, hem mağazalarında dolaşmak hem de kafelerinde sakin bir masa bulmak neredeyse imkânsız. Bir şekilde işlerimi halledip o kalabalıktan kurtulma şansı bulduğumda ise arabayı nereye park ettiğimi bulma macerası başlıyor.  Neyse ki sonunda bu macerayı ortadan kaldıracak bir çözüm keşfettim. Keşfime gülebilirsiniz belki gene de yazayım. Park yerinin fotoğrafını çekiyorum. Bu sayede hangi katta hangi noktaya arabayı park ettiğimi aklımda tutmaya gerek kalmıyor.  İnsanlık için önemsiz, benim için bu keşfi paylaşmak istedim :)

ev yapımı çikolata

Şubat 2016'da yazmıştım blogda, hammaddesinden çikolata yapımı diye. Bugün dönüp okuduğumda, gereksiz uzun ve artık geçerli olmayan bilgilerle dolu olduğunu gördüm. Son dönem yaptığım çikolataları tattırdığım arkadaşların beğenileri üzerine, güncel bir tarif yayınlayayım dedim. Üşenmediğim bir gün, tarifin aşamalarını fotoğraflayıp bu yazıya ekleyeceğim. Aşamaların fotograflarını ekledim, ölçü soran da çok oldu. Ona da yanıt vereyim hemen. 
Ev yapımı çikolatamızın, aşağıda ayrıntılarını vereceğim, malzemeleri basit: Kakao yağı, toz kakao ve fındık. Son olarak tatlandırıcı niyetine kullanacağımız bal/pudra şekeri. Üç ana malzemenin ağırlığı aynı. Erimiş haldeki kakao yağı (aşağıda anlatıyorum nasıl eritileceğini), toz kakao ve çekilmiş fındık... Hepsi aynı ağırlıkta. Son yaptığım tarifte 75'er gram olarak tarttım. Şeker, biraz keyfe kalmış. Gene son yaptığım tarifte, 100 grama yakın olarak ölçtüm, eklediğim sıvı hale getirdiğim balı. 

Şimdi malzemeleri sıralayarak başlayayım, geleneği bozmayarak:
  • Kavanozda satılan kakao yağı. Farklı markaların ürünleri bulunuyor artık. 2016 yılında, sadece kozmetik amaçlı satılanlar vardı aktarlarda. 
  • Toz kakao. Burada toz kakaonun ve kakao yağının olabildiğince saf olması önemli. Çikolatanın kalitesini belirliyor bu ikili.
  • Tatlandırıcı katkı. İsterseniz pudra şekeri, isterseniz bal, isterseniz hurma özü...  Tamamen damak tadınıza bağlı. Kuru üzümü parçalayıcıdan geçirip, tatlandırıcı olarak ekleyebilirsiniz.
  • Kuru yemişler. Ben kuru üzüm ve fındık kullandım. Bir başka denememde antep fıstığı kullanmayı düşünüyorum.
Malzemelerde miktar belirtmedim, çünkü miktarı göz kararı belirliyorum. Gene de fikir versin diye aklımda kaldığı kadarını yazayım. İlk işlemimiz, uygun bir kase bulmak. Çikolatamızı orada karıştıracağız. Kasenin çukur ve ince olması önemli. İncelik, benmari usulü ile kakao yağını eritirken işimizi kolaylaştıracak. 
Sıcak su dolu bir kabın içine oturttuğumuz çikolatayı karıştıracağımız kaseye önce kakao yağını koyuyoruz. Kısa bir sürede eridiğini ve sarımtrak renkli bir sıvıya dönüştüğünü görünce şaşıracaksınız. 
Bu yağın içerisine toz kakaoyu ekleyip iyice karıştırıyoruz. Kakaonun, yağ ile birlikteliği pürüzsüz hale gelene kadar devam etmeliyiz. 
Kuruyemişleri dilerseniz bütün olarak, dilerseniz benim yaptığım gibi, parçalayıcıdan geçirerek sıvı çikolata dolu kaseye ekliyoruz. Bu noktada, miktarları doğru ayarlamak gerekiyor. Fındık, antep fıstığı, kuru üzüm, badem gibi kuruyemişleri deneyebilirsiniz. Ben bugüne kadar kuru üzüm ve fındıklı ile antep fıstıklı çikolatalar denedim. Her ikisi de gayet başarılı oldu, en azından tadanlar beğendiler. Bademli çikolatayı ise henüz denemedim.
Sıvı çikolatamızın akışkan olması gerekli. Kuruyemişleri ekleyince ise kek hamuru, hatta kurabiye hamuru kıvamında olması yeterli. Ne kadar pürüzsüz hale gelirse o kadar başarılı bir çikolata oluyor sonuçta. Biraz kolunuza, omzunuza kuvvet, sağlam karıştırmanızı öneririm. Bu süreçte alet kullanmadım, belki mikseri en yavaş hızında kullanabilirsiniz.
Artık sıvı, aslında kurabiye hamuru kıvamındaki çikolatayı, katı ya da bildiğimiz haline dönüştürme vakti geldi.
Derin olmayan bir borcamın tabanının iki katı büyüklüğünde yağlı pişirme kağıdı kopartıyoruz. Bu kağıdımızı, borcamın tabanına yayıp çikolata karışımını kağıdın üzerine koyuyoruz. Kağıdın diğer yarısı ile çikolatanın üzerini kapatıyoruz. İstediğimiz inceliğe gelene kadar yayıyoruz karışımı. Yağlı kağıda yapıştığını görüp endişelenmeyin. Donduğunda, çok kolaylıkla çıkacaktır kağıttan.
Buzlukta 10 - 15 dakika kalsa yeterli oluyor. Bir kez donunca, artık oda sıcaklığında ancak güneş görmeyen bir yerde saklamanız yeterli oluyor. Dilerseniz buzdolabında da tutabilirsiniz. 
Dilimlere ayırmadan önce, aslında bir önceki fotografta gördüğünüz aşamasında, yani borcama koyup üzerini düzleştirdiğinizde, farklı bir alet ile üzerine şekil yapabilirsiniz. Meselâ, kalpli bir çikolata, gönül almak istediğiniz bir günde size yardımcı olacaktır. Ne demişler, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım :)
Afiyet olsun...

Yorumlar

  1. Yazılarınızı takip ediyorum oldukça bilgilendirici devamını diliyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

yabancı şehir

Senenin son gününde, yabancı bir şehirde kayboldum. Navigasyonlu dünyada kaybolmak mümkün mü diye sormayın. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bilmemek diye tanımlıyorum kaybolmayı. Ben de böylesi bir ruh halindeyim.  Kaybetmeden bulmak mümkün mü? Belki de bu yüzden kaybolmak istedim, yeniden bulabilmek için. Neyi diye sormayın. Bilsem kaybetmezdim zaten. Aramadan bulamayacağım için geldim belki bu yabancı şehre. Şehir yabancı da olsa dünya aynı. Binalar ve insanları ilk kez görsem bile hayatın akışı aynı. İnsanlar sabahları işe akşamları eve koşturuyor. Belki onlar da arıyor, kaybettiklerini. Belki onlar da kaybolmuşlar ve farkında bile değiller kaybolduklarının. 

Ay ve Şenlik Ateşleri / Cesare Pavese

20 senede bloga eklediğim 428. kitap etiketli yazı Ay ve Şenlik Ateşleri oldu. İtalyanca aslından Rekin Teksoy'un özenli çevirisiyle Can Yayınları'ndan Şubat 2008 tarihli 3. baskısından okudum.  Romanı tek cümle ile anlatmam gerekse, hüzün ve çaresizliğin romanı derdim. İkinci dünya savaşı sonrası İtalya'nın kuzeyindeki küçük bir beldede geçiyor anlatılanlar. Amerika'ya gidip zengin olarak doğduğu yere dönen anlatıcının orada kalanlarda geride bıraktıklarını araması, yüzleştiği gerçeklikler ve çaresizlikler. Göçmenlik, gidip başkası olma ama bir yandan da aynı kalma halleri, gidip geldiğinde bıraktıklarının değişimi ya da yanı kalması... Garip bir durum olsa gerek. Yazar yaşanılan ikilemleri okuyanın içine işleyen bir gerçeklikle ortaya koymuş.  Savaş sonrası İtalya'nın derinlikli bir anlatımını okumak isteyenlere önereceğim bir eser. Pavese'nin yalın dilini çevirmekte ustaca bir iş başaran Rekin Teksoy'un da kalemine sağlık.  Belki bir önsöz ya da sonsöz il...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

kartlı telefon

Bir daha arasam, acaba gelmiş midir eve? Gene annesi çıkarsa ne diyeceğim? Konuşmadan kapatsam ayıp, onu sorsam, evladım daha bir saat önce de aramadın mı dese ne cevap vereceğim?  Kartta kaç kontür kaldı onu da bilmiyorum. Kartı takınca gösterirdi eskiden, bozulmuş bu galiba, arama başlamadan göremiyorum kaç kontürün kaldığını.  Öylece kalakaldım pastanede. Birden hışımla kalkıp gitti. Oysa daha yeni oturmuştuk. Çaylarımızı söyleyip pasta sipariş etmiştik. Çayın gelmesini bile beklemedi.  Bu soğukta eve dönmüştür diye düşünüyorum ama kim bilir belki siniri yatışsın diye dolaşıyordur. Ne kadar da aptalım. Öyle pat diye sorunca afalladım. Lafı ağzımda geveledim. Sonra o da kalkıp gitti.  Neyse, bir saatten fazla geçti. Bir daha çevireyim numarayı. Belki dönmüştür.  

bulut ve mavi

Sahilde oturdum, denizi seyrediyorum. Dalgaların kayaları dövdüğü günlerden birisi. Böyle havalarda sahil boş oluyor. Havaya aldırış etmeden bisikletini sürmeye çalışanları kovalayan köpekler, onlardan kaçmaya çalışmakla ağaca tırmanmak arasında kararsız kalan kediler bir de ben. Bu kadar denize yakın olmasaydım keşke diyen ağacı unutmamak gerek elbette. Bulutlar gökyüzünün büyük bölümünü kaplamış olsa da ufuktaki maviliği gizleyememiş.  Hayat da öyle değil mi? Bazen her yanı bulut kaplasa da mavilik ya bulutların üzerindedir ya da bir kenardan kendisini göstermektedir.   

pasaj

Kiraya versem daha iyiydi belki. Her ay alacağım para belli olurdu en azından. Yaz, kış, yağmur, kar, hoş kar yağmayalı uzun zaman oldu gerçi, her gün geliyorum. Bir tek pazarları kapalı dükkan. Haftanın altı günü sabah 10'dan akşam 7'ye kadar bekliyorum. Ömrüm bekleyerek geçiyor desem yeridir.  Önceleri uğrayanlar olurdu. İçeride ne satılıyor merakıyla da olsa girip bakanlar, dolaşıp soranlar. Satın almaya gelen müşteri, dükkana girişinden belli oluyor zaten. Zararı yok, almasa da girsin, dolaşsın, sorsun. Bir ses oluyor en azından. Şu kedilerin mırıltısı da olmasa, yaşam belirtisi yok dükkanda.  Bu sessizlik, sadece benim dükkanın kaderi de değil. Tüm pasaj sessizliğe büründü son senelerde. Dipteki çay ocağı da olmasa kimselerin uğrayacağı yok. Çay ocağını ayakta tutanlar ise şu fotoğraf meraklıları. İşte bak, gene birisi gelmiş. Elinde telefonu çektiği fotoğrafa bakıyor. Biraz da etrafındaki dükkanlara baksa ya. 

çiseleyen yağmur

Dışarda hava soğuk. Zor da olsa yer bulduk kafede. Yoksa hem soğuk hem çiseleyen yağmur hâlimiz haraptı. Şemsiyelerimizi açmamıza gerek kalmamıştı ama montlarımız biraz ıslanmıştı. Kurusunlar diye sandalyelerin arkasına astık.  Menüye bakmadan kahvelerimizi sipariş ettik. Bir yerden sonra alışkanlık hâline geliyor içtiğimiz kahveler. Ben latte, o sade Türk kahvesi. Garson kahveleri getirirken fonda Bana Sor çalmaya başladı. Ferdi Tayfur'un sesinden hem de. Ceylan Ertem'in söylediği şeklini daha bir sevsem de orijinal hali de bir başka güzel.  Cam kenarı masaları hep daha hızlı doluyor. Neyse ki biz geldiğimizde oturacak boş yerler vardı. Şimdi kalmadı. Şubat tatili diye, havaya aldırmadan çoluk çocuğunu toplayan sokağa atmış kendini.  Kahvelerimiz bitince, ne kadar istemesek de, eve dönüş yolculuğuna başlamamız gerektiği gerçeği ile yüzleştik. Yağmur hâlâ hafif hafif yağıyordu.  Kafeden çıkarken bir anne oğluyla konuşuyordu, ilk dönemki gibi çalışmana devam edersen i...

kar

Yılbaşı yaklaşırken, artık pek sık göremediğimiz bir manzara eşlik etsin bugünkü denemeye. "Deneme" etiketini seçtim bu yazılar için. Adına bakıp beklentinizi yüksek tutmayın. Bir arayış, farklılık anlamında deneme. Edebi bir tür değil kastettiğim. Kar yağışını özleyenlere hediyem olsun. Trafik, yağmur yağdığında bile çile hâline geliyor ki kar yağsa nasıl olur tahmin etmek güç değil. Bu yüzden, karın şehir merkezine yağmamış olmasını bir şans olarak görmek gerek belki de.