Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Teknik etiketli yazıların o sıkıcı gündeminden kurtulunca, adına ve özüne döneceğini biliyordum blogumun. Belki bu dönüşümün ilk yazısını okuyorsunuz an itibariyle. Aslında sadece dört dersten oluşan bir aylık tango maceramın sonunda başlıktaki fikre ulaşmış olmamı yadırgayanlar çıkacaktır belki. Ancak, yazıyı hazırlamadan önce kısa bir internet araması yapınca, bu fikrimde yalnız olmadığımı gördüm. Konumuz, Arjantin'de doğan ve dünyaya yayılan tangonun, temelde erkek tarafından yönlendirilen bir dans oluşu ve bu özelliği nedeniyle de fazlasıyla maço oluşu. Tango yapanların bir bölümü bu tespite karşı çıkacaktır eminim. Ancak onlar karşı çıksa bile sonuç değişmiyor... Bu konu üzerine kafa yormadan, hatta yönlendirici olmanın mutluluğu ile dans etmeye devam edebilir insan. Çoğunluk böyle yapıyor belki ama bana göre değil. İnternette bulduğum ve benim anlatmaya çalıştığım durumu çok daha iyi anlatan hem tangonun anavatanından bir kadının yazdıklarını paylaşara...