Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Aslında bu yazının konusu ile başlığı tam örtüşmüyor. Yazıyı yazmamın sebebi ise konu ve başlıktan bağımsız. Gene de en uygunun "blog yazmak üzerin" olduğunu düşünerek seçtim bu başlığı. Bu uzun ve muhtemelen gereksiz girişin ardan buyurun yazıya:
2004 yılının Kasım ayından bu yana yazıyorum ve 1500'ü geçti, yayınladığım yazıların sayısı. Her birisine 10 dakika zaman harcamış olsam 15000 dakika geçirmişim, blog yazarak. 250 saatten fazla, ki bu da 10 günden uzun bir süre demek. Hiçbir maddi getirisi olmayan bir iş olduğunu düşününce, bir çokları için mantıksız bir uğraş.
Peki son 15 senemin 10 gününü neden blog yazmak için "harcadım"?
İşte, yazının başlıktan bağımsızlaşması da bu soru ile birlikte başlıyor. İnsan bir işi neden yapar?
Mühendislik eğitimi almaktan kaynaklı belki, bilemiyorum, yaptığım işlerde ölçülebilir hedefler koyuyorum. Ölçülebilir hedefler, süreler ve değerlendirmeler ile ilerliyor "projelerim". Eğer, makûl sürede, hedefime ulaşamadıysam, yanlışlarımı değerlendirip yeni hedefler / süreler ile tekrar deniyorum. Denedim, denedim ve gene olmadıysa, demek ki zamanı değil diye düşünüp bırakıyorum bir kenara. Blog yazmaya da bu açıdan baktım hep.
Hedefim son derece basit ve net tanımlanmış bir hedefti, blog yazmaya ilk başladığımda. Kendimce yetersiz gördüğüm, Türkçe nitelikli bilgi eksikliğini giderebilmek. Hedef net olunca, uzun seneler boyu, bildiğim konulardaki birikimlerimi, olabildiğince herkesin anlayacağı sadelikte yazdım. Sanırım 5 sene kadar önce, İngilizce blog yazmaya başlarken koyduğum hedef ise uluslararası konferanslara basın akreditasyonu ile katılabilmek idi. Bu blogum sayesinde 10'a yakın uluslararası konferansa basın akreditasyonu ile katıldım. Bana yol + konaklama masraflarına malolsa bile, sektörün duayen isimlerini tanımak, teknolojinin gittiği noktaları en yetkin ağızlardan dinlemek gibi şeyler kazandım.
Her iki blog maceramın da halen sürüyor olmasının en önemli nedeni, epey vaktimi alsalar bile, net ve ölçülebilir hedeflerimin olmasıydı.
Eğer böyle hedefleriniz olmazsa, bir süre sonra kimse beni anlamıyor, yazdıklarım kimsenin ilgisini de çekmiyor, neden fikirlerime katılmıyorsunuz, neden sesimi duymuyorsunuz.... gibi serzenişlerle isyan edersiniz. Oysa dünya sizin etrafınızda dönmediği gibi, sizin her yazdığınıza herkesin katılması gerekmiyor. Hatta yazdığınızı okumaya zaman ayırmasını bile beklememek gerek, internet dünyasına bir yazı bırakırken...
Uzun ve muhtemelen gereksiz bir yazı oldu. Derdimi tam anlatamadığımı hissetsem bile, düzeltmek için enerjim yok ;) Belki başka bir zaman...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.