Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Dizi/etiket olma yolunda emin adımlarla ilerliyor "uçuşan fikirler" başlıklı yazılarım. Sayısal radyo ve sayısal televizyon ile başlayan seri, "özel okul" ile sürüyor.
Öncelikle, eğitim/sağlık/adalet ve güvenlik alanında hizmetin devlet ve sadece devlet tarafından üretilmesi gerektiğine inandığımı yazarak başlayayım. Bu dört alanda aldığınız hizmetin kalitesi sizin ödemeye hazır/râzı olduğunuz bedelden bağımsız olması gerekiyor bence. Daha fazla para ödeyerek daha kaliteli bir elbise almak isteyebilirsiniz, ki bu sizin tercihinizdir, ancak daha fazla paranız yok diye ultrason çektirmek için altı ay beklemek zorunda olmak kabul edilemez. Aynı durum eğitim, adalet ve güvenlik için de geçerlidir. Bu tespiti yaptıktan sonra yaşadığımız hayatın dayattıkları üzerinden devam edebiliriz.
Herkes çocuğunun iyi eğitim almasını ister. Bu "iyi"nin ne olduğu ise kişiden kişiye değişiyor. Ülkemizde bu iyi'nin karşılığı, üniversite giriş sınavında çocukların göstermiş olduğu başarı oluyor çoğunlukla. İkinci sırada gelen ise yabancı dil öğrenme. Oysa iyi eğitimin bence en önemli kanıtı, ilkokul birinci sınıftan ya da haydi diyelim ortaokul birinci sınıftan itibaren okulun öğrencisi olanların hayattaki konumları/durumlarıdır. Ne demek istediğimi ve neden ilkokul veya en geç ortaokul diye belirttiğimi açıklamaya çalışayım.
Sonuçta kâr etmek amacıyla kurulmuş ticarethaneler olan özel okulların tümü, belirli hedef kitlelere yönelerek öğrenci/müşteri toplamayı amaçlar. Kimisi "mutlu çocuklar" üzerine uzmanlaştığını ileri sürer. Çocuklar ne yapsa hoş görüldüğü, aslında çocuktan ziyâde velinin mutlu edilmeye çalışıldığı okullar var. Kimi okul ise akademik başarıyı göstererek öne çıkar. İşte bu akademik başarı okulları, ara sınıflarda açtığı sınavlarla "devşirdiği" başarılı çocuklarla bu akademik başarıyı sağlıyor olabilir. Bu yüzden ilkokul hadi olmadı en azından ortaokul başından itibaren bu özel okulun öğrencisi olanların sınav sonucuna bakmak gerek.
Üniversitede istediği bölüme girmek / giriş sınavında yüksek puan almak hayattaki huzur/mutluluğun garantisi midir?
Sorunun yanıtını sizlerde en az benim kadar biliyorsunuz. Çevrenizde de vardır eminim, Boğaziçi Makine mezunu ama işsiz, İTÜ mimarlık bitirmiş ama mutsuz, Cerrahpaşa'dan derece ile mezun senelerdir bunalımda... Yani üniversitede istediği bölümü kazanmak, akademik başarı... Bu başarıların tümü, aslında hayatta huzur/mutluluk için önkoşullar bile değil.
Okulların sağlamasını beklediğim tek şey:
Çocukları hayata hazırlaması.
Hayatın oyundan ibaret olmadığını,
matematik/fizik bilmenin neden gerekli olduğunu,
tarih ve coğrafyanın yaşadığımız dünyadaki karşılıklarını
fark
etmelerini
sağlaması.
Empati kurma becerisinden yoksun,
içi boş bir özgüven ile dolu,
herşeyi doğuştan hakettiğini düşünen
bir garip nesil yetişirken beklentim büyük belki ama ne yapalım;
Umut fakirin ekmeği....
Umar ha umar umar....
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.