Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
bu soğuk Ankara'da sıcacık bir çorba |
Mutfak işleri terapi gibi geliyor bana. Sadece pişirmek değil, bulaşığın yıkanması, derlenip toplanması, baharatlar ve bakliyatları düzenlemek... Kısaca mutfaktaki her şey.
En çok heyecanlandıran ise denemeler... Ölçüsüz, herşeyin "göz kararı", "bir çimdik" ile tarif edildiği denemeler... Bu tür denemelerin tek kusuru, tekrarının zorluğu. Göz, kendi gözünüz de olsa, aslında her seferinde başka baktığı için, onun "kararı" da farklı oluyor :)
İşte bir cumartesi sabahında giriştiğim kereviz çorbası, böyle bir deneme. Sonuçtan memnun olunca, paylaşmak istedim...
Malzemeleri sıralayayım öncelikle: Orta boy kuru soğan, iki kereviz, kerevizlerin yaprakları (saplarını kullanmadım ama maydanozdaki gibi yaprakları kullandım), tane kimyon (tane dediğime bakmayın, toz olmayan anlamında tane diyorum), tuz, zeytin yağı, 1 portakal ve 1 limonun suyu, "biraz" erişte ve "biraz" yulaf ezmesi...
İşe soğanı doğrayıp tencerede biraz su eşliğinde haşlayarak başlıyoruz. Ben soğanın pembeleşmemesi gerektiğine inananlardanım. Biraz diri kalmalı soğan, yemeğin içinde olduğunu hatırlatmalı. Siz yok olsun ve sadece lezzeti kalsın diyen çoğunluktansanız biraz yağ eşliğinde pembeleşene kadar çevirebilirsiniz.
İkinci işimiz, ki bunu soğan tenceredeyken yapmanız, çorbanın toplam yapım süresini kısaltacaktır, kereviz yapraklarını, sapları kullanmadım ben ama siz isterseniz hepsini kullanabilirsiniz, parçalayıcıdan geçirmek. Elinizde yemyeşil bir su kalacak. Ne yazık ki çorba piştiğinde bu yemyeşil renk yerini açık yeşile bırakıyor. Vakit kaybetmeden bu suyu da tencereye ekleyin. Benim gibi soğanı haşlamayı tercih ettiyseniz, zaten su eklemeniz gerekiyordur muhtemelen. Su yerine bu yeşil suyu koyun.
Kerevizleri ufak ufak doğrayın. Böyle kuşbaşı büyüklüğünde falan olmalı bence. Artık çorbanın tüm malzemesi eklendi denebilir. Kalanlar, keyfe keder şeyler, ancak unutmayın, farkı oluşturan da ayrıntılardır :)
Kimyon ve tuzu en son ekliyorum ben. Böyle olunca sanki, lezzetler daha fazla hissediliyor.
Erişte ile yulaf ezmesini de ocağı kapatmadan az önce ekliyorum. Her ikisinin de fazla pişmesine gerek yok. Kaynayan çorbanın içine atıp, ocağı kapatsanız bile pişeceklerdir.
Son olarak, portakal ve limon suyunu koyup işlemi tamamlıyoruz...
Afiyet olsun...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.