Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

Attila Ladanyi söyleşisi: Sayısal radyoda durumun özeti: Kral Çıplak

Sayısal karasal radyo konusunda epey yayınlanmış yazım ve bir de sempozyum sunumum var. Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nin yeni yayınlanacak sayısı için de bir yazı hazırladım. Bir terslik olmaz ise Ocak 2016'da yayınlanacak bültende iki sayfada FM yayınlarındaki durumdan hareketle, sayısal radyo gerçekten gerekli mi sorusuna yanıt aramaya çalıştım. 
Konu hakkındaki çalışmalarım bunlardan ibaret değil. Uluslararası kuruluşların başkanları ile üç söyleşi gerçekleştirdim. Aşağıda okuyacağınız söyleşi, sayısal karasal radyo konulu dördüncü uluslararası söyleşim. Bu kez konuğum Attila Ladayni. Ladayni, RDS Forum'un yönetim kurulu üyesi ve T&C Holding'in Chief Technical Officer'ı (Genel Müdür Teknik Yardımcısı denebilir sanırım Türkçe'de)
1. Sayısal radyo dönüşümü için dünya çapında birçok örnek var. Kimileri başarılıyken kimileri ise tam anlamıyla hezimet. Sanırım izlenecek tek bir doğru yok. Bu deneyimler ışığında bize, yani Türkiye’ye ne önerirsiniz?
Herhangi bir dönüşüm bilmiyorum. DAB Veri Hizmetleri'ni 1995 yılında yazdım ve halen takip edecek siparişleri bekliyorum. Kimi ülkeler inanılmaz büyüklükte paralar harcadılar ve 20 yılın sonunda DAB'ı daha fazla geliştirmek için ilerleyemiyorlar. Bence, DAB gerçek anlamda hiçbir yerde başarılı değildir. Başarı görecelidir. Mobil internet, DAB'den çok daha genç olmasına karşın bugün başarı bakımından ikisini kıyaslayamazsınız bile. 
Aslında, dinleyiciler 20 yıl boyunca bu çağrıya kulak tıkadı. Satın alınan DAB alıcılarının tümünün kullanıldığını söylemek de olanaklı değil. Kimi radyo veya otomobillerin içerisinde DAB alıcıları da var. Ancak, her DAB radyosu aynı zamanda FM alıcısı da içermektedir. Bu anlamda DAB, FM'i aşabilmiş değildir. 
Avrupa'da 5-6 ülkede DAB'ın iyi gelişmiş olduğu söylenebilir. Geri kalan ülkelerin ya bu eğlence için parası yoktur ya da isteği. Kimileri bunu denese bile, bırakmıştır.
Sonuçta, deneyen tüm ülkelerde yüksek maliyetle karşılaşılmıştır. FM yayınlarının tek hamlede sonlandırılması yapılamadığı için eş anlı yayıncılığın maliyetine uzun yıllar katlanılması gerekmektedir. 
İşin gerçeği, ikna edilebilen çok az sayıda müşteri vardır, ki bu bir sürpriz değildir. DAB ek bir avantaj sunmamaktadır. FM yayınlarını sonlandırma fikri, DAB aktivistleri tarafından kitleleri korkutmak amacıyla ileri sürülmektedir. Ancak bu tavır, şantaj olarak görüldüğü için ters tepmiştir. 
Başarının kıstası teknoloji ya da zorlama değil içeriktir. Eğer anlamlı formatlar ve veriler sunarsanız iş kendiliğinden gelişecektir. Daha çok araba satmak için atları vurmadıkları gibi, kimse cep telefonları satılsın diye klasik telefonların kablolarını kesmedi. Akıllı telefonları sattıran da uygulamalardı.
Türkiye'nin ne yapacağı sadece bütçeleri ile sınırlıdır. İran ve Bulgaristan'dan önce tamamen sayısal yayın dinlemek istiyorum diyen binlerce mektup mu alınıyor dinleyicilerden? Bu dinleyiciler bunun için para ödemeye niyetli mi? Yoksa devletin desteğinin devam etmesi mi isteniyor? Peki ne kadar süreliğine, 20 - 30 yıl?
Burada kritik soru, "sayısal"a eş zamanlı yayını geçip doğrudan ulaşmayı sağlayacak bir tünel bilenin olup olmadığıdır. 
2. Analog ve sayısal radyo eş zamanlı olarak var olduğu süreç sayısala geçiş için bir zorunluluk olsa bile yayıncılar açısından ek maliyet demek. Bu eş zamanlı yayın sürecinin uzunluğu konusunda ne önerirsiniz?    
Eş zamanlı yayın süreci, Avrupa'da 20 yılı geçti. Sürecin sonu ise henüz görünmüyor. Eş zamanlı yayın, pek akıllıca olmayan bir fikirdi. Bu fikrin temeli, insanların "sayısal" olarak sunulan herşeyi sorgusuzca satın alacağı varsayımına dayanıyordu. Bu durum, 1970lerin sonuna kadar geçerli olsa da 80ler için doğru değildi. 
Yayıncılık dünyasında, on yıllardır fazlasıyla doymuş bir pazara sahibiz. İş dünyasının temelleri de önümüzdeki on yıllar için aynı. Reklam dünyası, kapsama alanına göre şekillenmiş durumda. Yayıncılar, kamu tarafından fonlanan Avrupa Yayın Birliği (EBU) üyeleri dışında, bu verili durumu değiştirmeye hiç niyetli değiller. Yayınların ücretsiz sağlanması bile ilgilerini çekmiyor, çünkü geniş SFN (Single Frequency Network = Tek frekans ağı: Belirli bir coğrafyada aynı frekansı kullarak radyo yayını yapılması) yerel reklam pazarını bozacak.
Öncelikle, pazarda ayakta kalmak için dinleyiciye ihtiyacın var. İkinci olarak, pazarın kendisinin var olması gerekli. DAB, 80lerde ülke geneline yayın yapan BBC (Birleşik Krallık kamu yayıncısı) ve ARD (Almanya kamu yayıncısı) gibi "canavar radyo zincirleri" düşünülerek tasarlanmıştı. Küçük ve orta ölçekli istasyonlara hiç bir şey sunmadı. Problem, istasyonlar (radyolar) aynı yayını FM, İnternet ve DAB ortamında göndermekte. Hatta buna kablo ve uyduyu da katarsanız gönderilen ortam sayısı daha da artmakta. Dinleyiciler bu durumda ne yapar? Dinleyici en mantıklısını yaptı: DAB'ı dışarıda bıraktı. Normal bir ailenin bir çok FM alıcısısı var. Elbette bilgisayarları ve akıllı telefonları da. Radyo yayınını dinlemek için herkesin birden fazla seçeneği var zaten. Neden bir de şebekesi henüz tamamlanmamış DAB alıcıları olsun? Bu durumda, eş zamanlı olarak yayınlanan (FM ile aynı içeriğin DAB olarak da yayınlanması) DAB yayınları, DAB alıcılarının satılmaması sonucunu doğurdu. 
FM'in başarılı olmasının nedeni, AM'den tamamen değişik formatlara sahip olmasıydı. Aynı zamanda AM ve FM'in kalite farkı da inanılmaz boyutlardaydı. Ancak, dinleyiciler açısından DAB ve FM arasındaki tek fark donanımdaki değişiklik. 
3. Bildiğim kadarıyla Avrupa’da, özellikle C+ sınıfında, kimi otomobiller DAB+ alıcılı radyo ile birlikte satılıyor. Ancak, sonuçta yollarda sadece FM radyolu bir çok otomobil var. Bunlar için çözüm nedir? 
DAB alıcısı açısından çözüm açık, alıcı DAB yayını olmadığında FM yayınına otomatik olarak geçiyor. Bu, Batı Avrupa'daki 5-6 ülke dışında, tüm Avrupa'daki durumdur. Eş zamanlı yayın bakımından DAB, mutlak gerekli değildir. DAB olmazsa bir şey kaçırmazsınız (Eş zamanlı yayında FM içeriği DAB olarak da sunulmaktadır) Hatta eğer aracınızın internet bağlantısı varsa (üst segmentteki kimi modellerde gömülü SIM kart ile araç her an internet bağlantısına sahip olarak satılıyor) sayısal içeriğe de istediğiniz an erişebilirsiniz. FM, en azından 30 yıl daha terk edilemeyecek ve internet bağlantısı da 2-3 yıla kadar standart hale gelecek (bağlı -connected- araba ve akıllı telefonlar). 
Yaygın DAB+ kapsaması sağlanana kadar 4G ve 5G yaygınlaşmış olacak ve herkesin cebinde veya aracının içinde bunlar ile internet erişimine sahip olacak. Peki DAB+ radyosunu neden arabaya taktıracağız? Eş zamanlı yapılan bir yayını dinlemek için mi?
4.Kimileri 3G/4G/İnternet Radyosu radyo dinlemek için en iyi yol olduğunu ve sayısal radyo için yeni bir şebeke kurmaya gerek olmadığını ileri sürüyor. Unicast/multicast şebekeden ve ayrıca önerdikleri çözümlerdeki veri maliyetlerinden bahsetmiyorlar. Bu konuyu nasıl yorumlarsınız? 
İnternet radyosu diye bir şey yok aslında. Radyo kanalları, yayın yapıyor. Farklı kalitede akış hizmetleri sunuyorlar ve içerikleri podcast olarak indirebiliyorsunuz. Bunlar tematik kanallar için işlevsel. 1000 kişi için radyo yayını yapmak anlamlı değil. Milyonlarca kişi için yayını internetten yapmak da anlamlı değil. Elbette, bugünlerde her radyo kanalının akış hizmeti bulunuyor, ancak bu tamamlayıcı bir servis. Spotify'ı bunun dışında tutmak gerek. 
Ev içi kullanım için kablo üzerinden, akış ile iletilen radyo ve televizyon içerikleri standart teknoloji ile sunulmaktadır. Çünkü tüm Türk internet trafiği bir kaç fiber optik kablo üzerinden gitmektedir. DAB'ın ev için gerçek bir çözümü bulunmamaktadır.
Darboğaz, frekans yönetimindedir. LTE ve UMTS mikro hücreleri mobil kullanım için gerekli kapasiteyi sunacaktır ancak "yayın" için yeterli olamayacaklardı. İki yönlü şebekeler, yayıncılığın yerini alamayacak ve fayda-maliyet hesaplamasında alternatif olamayacaktır. 
İşin gerçeği, sayısal müzik, artık radyoların öncelikli konusu değildir. Herkesin cebindeki akıllı telefonlarda DAB'ın da sunamayacağı kalitede müzik bulunuyor. Ek olarak, aslolan teknoloji değil şovdur. FM gibi gerçek zamanlı medyanın ulaşılamaz avantajları vardır. DAB, çok geç gelmiştir ve ne gerçek zamanlı ne internet kapasitesi ile yarışacak durumu yoktur. 
Daha kötüsü, DAB+'ın çalıştığı frekanslar mobil internet için de kullanılabilecek frekanslardır. Bu yüzden ikisi arasında bitmeyecek bir mücadele yaşanacaktır.
FM 3 - 4 metre bandında çalışmaktadır (64 - 108 MHz), sayısal kalan için tamamen uygun olmayan bir bant ve bu yüzden baskı altında değil. Ek olarak, dalga boyu bölgesel arz için uygun. Frekans darboğazı 64 Mhz'e kadar açılabilir. Piyasadaki hemen hemen tüm FM çipleri 64 - 108 MHz aralığında çalışmaya uygundur. Bu sadece bir yazılım sorunudur. RDS2 zaten bu durumu desteklemektedir. 
DRM+'ın da bu frekansları kullanabileceği aşikar olmakla birlikte ses kalitesi olarak kaydadeğer bir kazanç sağlamayacağı için modülasyon değişikliğine gitmek anlamı olmayacaktır. Bu durumda dünya çapında geçerli ve kalıcı bir sistem varken macera aramak neden? Orta dalga ise başka bir hikayedir. Bu bantta DRM için fırsatlar olabilir, eğer Brezilya ve Hindistan'da başladığı gibi AM istasyonları FM'e dönüşürse...

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...