Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Sanırım
ilk fark ettiğimde askerdeydim. Her asker gibi "şafak" sayıyordum.
Askerde geçirdiğim günü değil, kalanını. Bir sabah, şafak kaç dediklerinde,
Nasıl dedi, "devrem".
bilmiyorum
dedim. Nasıl dedi, "devrem".
Bu bilgi bizde yok,
dedim.
Sen de bilmiyorsun, kimse de bilemez zaten.
Yüzüme baktığında neden
bahsettiğimi anlamıştı.
Süresi belirsiz bir ömür sürdüğümüz dünya hayatı, dilimlere ayrılabilir gibi sanırım. İlk 20-25 yılı çocukluk-eğitim ve
hayata atılma ile geçer. Sonrasındaki 25-30 yılı çalışma ve hayatı kurma,
ardından gelen "kalan süre" ise emeklilik ve hayatı sorgulama ile
geçer.
Ben henüz "ikinci evre"deyim ama bu "ikinci evre"nin sonlarına yaklaşıyorum, her ne kadar kendimi daha yeni başlamış hissetsem bile.
Bu yazıda ise üçüncü evre ile ilgili görüşlerimi paylaşmak istedim. Belki birilerinin işine yarar düşüncesi ile...
Ben henüz "ikinci evre"deyim ama bu "ikinci evre"nin sonlarına yaklaşıyorum, her ne kadar kendimi daha yeni başlamış hissetsem bile.
Bu yazıda ise üçüncü evre ile ilgili görüşlerimi paylaşmak istedim. Belki birilerinin işine yarar düşüncesi ile...
Öncelikle bir yanlıştan bahsederek başlayayım. İnsanların çoğu hiç
emekli olmayacakmış gibi tüm hayatını "çalışma" ile geçiriyor. Bundan seneler
önce, bir bankanın personel yönetiminin başındaki akrabamız ile konuşurken,
Kısacası, iş yaşamı ile özel hayat arasındaki dengeyi kurmak önemli. Elbette bu emekli olanlar için artık olanaklı değil, çünkü hayat sadece "özel hayat"tan ibaret artık.
iyi
bir üniversiteden mezunsun-yabancı diller biliyorsun-daha fazla kazanacağın bir
işe girmeyi neden düşünmüyorsun?
diye sormuştu. Yanıtım epey şaşırtmıştı.
Kazandığım bana yetiyor, hayat çalışmaktan ibaret değil ve bir daha bu yaşlarda
olmayacağım. Tiyatro oyunları sinema filmleri ve konserler de bir daha
olmayacak.
Sonra, çalıştığı bankada kulaklarımı epey çınlatmışlar :) Kısacası, iş yaşamı ile özel hayat arasındaki dengeyi kurmak önemli. Elbette bu emekli olanlar için artık olanaklı değil, çünkü hayat sadece "özel hayat"tan ibaret artık.
Alakart yemek yemek her zaman keyif vermez insana. Menünün önceden
belirlenmesi çoğu kez daha kolay gelir. Yemek seçmek bile, her gün yapmanız
gerekse, zorlayıcı hale gelir. Çalışma yaşamına dahil olmak, aslında 24 saatlik
dilimlere ayrılan hayatımızı doldurmamız için epey faydalı bir şeydir. 2014
yılında ücretsiz izinli olarak Paris'teyken anlamıştım bunun kıymetini. Cebimde
param vardı, sağlığım yerindeydi ama huzurum kaçmıştı. Kendimi işe yaramaz
hissediyordum ve bu duygudan kurtulamıyordum. Parklar, ki Paris bu açıdan çok
zengin bir kent, Seine nehri, Eiffel kulesi, müzeler... Hiç birisi bu boşluğu
dolduramıyordu. Elbette dil bilmemek, ortamın yabancılığı ve daha bir çok
farklı sebep de vardı bu mutsuzlukta ama en temeldeki eksiklik o doldurulamayan
günün saatleriydi.
Yeknesaklık, çoğu kez olumsuz bir şey olarak kullanılır. Oysa
rutinler hayatın olmazsa olmazlarıdır. Bence emeklilikte ilk dikkat edilmesi
gereken, ortadan bir anda kaybolan ve haftanın 5 gününü dolduran "işe
gitme" rutininin yerine yenisini oluşturmak olmalı. Etrafımdaki mutlu
emeklilerden gördüğüm, kendilerine yeni rutin oluşturmuş olmaları. Ne
yaptığınızın önemi yok. Onu düzenli yapmanız önemli.
İkinci kural, kendinizi önemli hissedeceğiniz ortamlar bulmanız.
Özellikle "yönetici" görevlerinde çalışmış kişiler emekli olduklarında o saygıyı,
hürmeti göremeyip "aynılaştıklarında" ciddi bocalama ile
karşılaşıyorlar. Belki arkadaş buluşmaları bu geçişi yumuşatabilir, belki
meslek odalarındaki etkinliklere katılma, belki dernek-vakıf çalışmaları.
Üçüncü kural, uzun vadeli bir uğraş bulmalı. Para karşılığı
olmayan, gönüllü yapılan bir şey olabilir bu. Mesela görme engelliler için
sesli kitap projeleri var. Okur yazar olan herkesin yapabileceği bir şey. Gene
dernek-vakıf-meslek odalarında etkinliklere katılım olabilir. Hiçbir şey
bulamadıysanız anılarınızı yazın. Kim okuyacak diye düşünmeden yapın bunu.
Kimse okumasa bile size geçmişi değerlendirmede yardımcı olacaktır.
Dördüncü ve son kural ise fiziksel olarak aktif olun. Bu konuda
aynı iş yerinde çalıştığım ve yaptığı her işin hakkını veren bir abimi örnek
aldığımı belirtmek istiyorum. Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olmanın da
etkisiyle sanırım, elinden, neredeyse her iş gelen bu kıymetli abim, doğa
yürüyüşleri ile başladı haftasonu etkinliklerine. Öyle tanıdığı falan da yoktu
bildiğim kadarıyla ilk başladığında. Ben de bir kez yaptım bu pazar günü doğa
yürüyüşünü. Tadı damağımda kaldı desem yeridir. Sonraki haftasonları hiç fırsat
olmadı bir şekilde. Masrafı yok denecek kadar az, özel kıyafet de istemeyen ve
inanın hemen herkesin yapabileceği bir şey, doğa yürüyüşü.
Uzun oldu farkındayım, muhtemelen çok eksikler de vardır. Hiç
umudum yok gerçi gene de yazayım, yorum eklerseniz, yazıyı katkılarınızla daha
iyi hale getirebiliriz....
Yazınla biz emeklilere yardımcı olduğun için teşekkür ederim. Hemen emekli grubunda paylaşıyorum. Sevgiler. Saygılar.
YanıtlaSil