Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

çocuğu hangi okula göndersek? okul tercihinde rehber niteliğinde bir yazı!

çocuklarımızın yüzleri hep gülsün
Tehlikeli sularda yüzmeye karar vermek gibi bir şey yaptığım. En hassas kararlara ilişkin fikirlerimi beyan etmek zor ve tehlikeli. Yanlış yönlendirme yapma endişesi hissediyor insan. Çocuk sahibi olanların kafasını kurcalayan önemli, belki de en önemli soru: Hangi okula göndersek?

O zaman sizi daha fazla merakta bırakmadan, kendi yanıtımı paylaşayım: bu tamamen ne beklediğinize bağlı!

Yanıt, daha kafa karıştırıcı geldiyse, biraz vaktinizi rica edeceğim. Yazıyı sonuna kadar okumanız, umarım ki kendi yanıtınızı oluşturma konusunda size yardımcı olacaktır. 
en önemli okulun "tabiat ana" olduğunu unutmayın!

Yaşım 40'ı geçti ve kendi çocukluğumda, ilkokulda özel okula göndermenin oldukça az sayıda velinin yaptığı bir eylem olduğunu hatırlıyorum. Bugün ise orta ve üzeri gelire sahip ailelerin tercihi özel okuldan yana. Devlet de eğitim sorumluluğunu özel okullarla paylaşmak istiyor. Aileleri, özel okulları tercih etmeye teşvik edici uygulamaları var. 

Bundan sonra yazacaklarım Ankara için gözlemlerime dayanıyor. Diğer kentlerde de aşağıda tarif ettiğim tanımlara uyan okullar vardır eminim. Yazıda okul adı vermemeye özen gösterdim. Tariflere bakınca okul adlarını tahmin etmek zor değil. 

İlk yol ayrımı: Türkiye mi x ülke mi?

Ankara'da yaşarken Alman ya da Fransız eğitim sistemine göre hizmet sunan bir okulda okumak mümkün. Bu tercihin sonuçlarını iyi değerlendirmek şart. Uluslararası hareketlilik gerektiren bir işiniz varsa örneğin çok uluslu şirketlerde ya da Hariciye'de çalışıyorsanız, çocuklarınızın sonraki ülkede sorun yaşamadan eğitim hayatlarına devam etmesi bakımından mantıklı bir tercih. Ancak Ankara'da yaşıyor ve çalışıyorken, kent ve ülke değiştirmek gibi bir durumunuz yokken, çocuğum ileride x ülkesinde üniversite okusun, diye düşünüp yola çıktıysanız bir daha düşünün derim. Öncelikle bu okulların ücretleri Avro cinsinden belirleniyor. Bugün 5 lira olan Avro yarın 6 lira olurken, sizin maaş aşağı yukarı aynı kalacak. İşin maddi boyutunu bir kenara bırakırsak x ülke müfredatına göre yetişen çocuğunuz bir sebeple Türk eğitim sistemine geçmek zorunda kaldığında epey zorlanacaktır. Üniversite eğitimi 18 yaşından sonra başlanılan bir eğitim. 18 yaş ise artık bireylerin kendi kararlarını verebildikleri bir yaş. Siz bugün aldığınız bir karar ile bireyin (çocuğunuz da olsa 18 yaşında bir yetişkin) kararına ipotek koymuş oluyorsunuz. x ülke eğitim sistemi ile yetişen çocuk, sonradan ya da paralel olarak Türk eğitim sistemine de uyumlu çalışmalar yaparak üniversiteye geçiş sınavında bir yerlere yerleşebilir. Ancak bu epey çaba isteyen bir süreç olacaktır. 

İkinci yol ayrımı: Geleneği olan bir okul?

Soruda isim vermesem bile hangi okulların geleneği var belli. Ankara'da Fransızca eğitim veren bir okulumuz ile İngilizce eğitim veren bir okulumuz geliyor benim aklıma gelenek denildiğinde. Her ikisi de benim doğumumdan önce var olan bu iki güzide kuruluşumuz, kurumsal kimlikleri ve mezunları arasındaki dayanışma ile bilinir. Bu okullarımızda kayıt için kura sistemi uygulamasının, ana okulu ücretlerinin yüksekliğinin, ara sınıf geçişlerinde sınavlara talebin yoğunluğunun bana söylediği: okulların hâlâ büyük ölçüde tercih edildiği. Geçenlerde İngilizce eğitim veren "geleneği olan okulumuzun" velilerinden bir arkadaşım ile konuşurken söylediği söz, dikkate alınması gereken bir yaklaşımı işaret ediyor: 
Benim çocuğumuz sınıf arkadaşları arasında siyasilerin çocukları var, holding sahiplerinin çocukları var, diplomatların çocukları var. Kısaca ülkenin gelecekte önemli şahsiyetleri ile sınıf arkadaşı bugünden. Sınıflar arada karıştırıldığı için aslında tüm okul ile birbirlerini tanıyan bir dönem olarak mezun olacaklar. İleride önemli makamlara gelme olasılığı yüksek bireyler ile bugünden dönem arkadaşı olması bence okulun en büyük avantajı.
Dediğim gibi yukarıdaki görüş bu okullardan birisine çocuğunu göndermiş bir arkadaşıma ait. 

Üçüncü yol ayrımı: Akademik başarı için bol ödev ve disiplin?

Bu soruya yanıt gerçekten önemli. Çoğunlukla doktor, mühendis, avukat gibi çocuğuna bırakacağı kurulu bir işi olmayan, beyaz yakalı ve günün koşullarında "iyi" gelire sahip kişilerin tercih ettiği bu okullara örnekleri sizler benden iyi biliyorsunuz. Haftasonu, yaz ve şubat tatili ödevleri, arada yapılan sınavlar, akademik başarının ön planda tutulması... "Çocuk dediğin çocukluğunu yaşamalı" diyorsanız bu okulları tercih ederken bir kez daha düşünün derim. Elbette bu okulların öğrencileri de çocuk ve çocukluklarını yaşıyor. Ancak diğer arkadaşlarından daha fazla ödev yapıyorlar. Peki mutsuzlar mı? Çocuğun karakterine göre değişir sorunun yanıtı. Bu okullar, dışarıdan bakıldığında ideal oranı bulmuş görünüyor. Sporda başarılı, enaz bir müzik aleti çalan, birini çok iyi diğerini derdini anlatacak düzeyde yabancı dil konuşabilen, üniversite sınavında istediği bölüme girecek kadar puan alan, hatta üniversite sınavında derece yapan... Her açıdan "on numara beş yıldız" çocuklar. Peki, bu okullara çocuklarını gönderen velilerin kaçı spor ile uğraşıyor, kaçı bir müzik aleti çalıyor ve kaçı iki yabancı dil biliyor? Kısacası her çocuğun farklı olduğunu her çocuğun "on numara beş yıldız" olamayacağını kabul etmek gerek. Bu tür okullar için en düşündürücü olan ise belli bir başarı seviyesini tutturamayanların ilerleyen sınıflarda kayıtlarının yenilenmediğine dair duyumlarım. Orta okula kadar 8 yılı, hatta anaokulu ile birlikte 9 yılı, birlikte okumuş çocuğunuz liseye geçerken, "kusura bakmayın ancak oğlunuz/kızınız okulumuz için yeterli değil, kendinize başka okul bulmak zorundasınız" sözünü duymak hem siz hem çocuğunuz için yıpratıcı olacaktır. 

"Özele verdik çocuğu" okulları

Programlama dillerinde if ... else if diye bir kalıp vardır. Dilden bağımsız olarak, yazılışları değişse bile, eğer ... ya da ... ile devam eden bir kalıp. Yukarıdan aşağı koşul sınanır ve sonunda bir else - ya da - bulunur. Koşullara uymayan diğer durumlarda program buraya dallanır. 

Yabancı ülke okulunu, geleneği olan kolejleri, akademik başarı hedefi ile çok çalıştıranları geçtiyseniz geriye bu kategori kalıyor: özele verdik çocuğu okulları. Bu kategoride çok sayıda okul var. Mahalledeki büyük villaya asılan tabela ile açılan okuldan, bizim zamanımızın dershanesinden oluşan ancak bir türlü yukarıdaki kategorilerde kendisine yer bulamayan okullara, ortadoğunun ünlü üniversitesinin adını taşıyan kolejlere yelpaze geniş. Fiyat ve olanak skalası da aynı genişlikte. Bu tercihi yapan velilerin aklında tutması gereken ise, fiyat ve olanak skalası gibi velilerin okuldan beklentilerinin de çok genişliği. "Çocuğum mutlu olsun, mutlu çocuk öğrenir" diyen de olacak sınıfta "bir şey öğrenmese ne olacak, bak ben okumadım ama mercedes ile geziyorum" diyen de. "okulu bitirsin işi hazır, bizim holdinge ikinci nesil gerek" diyen ile "eğitim dışında kabuğunu kırman mümkün değil" diyenin çocukları aynı sıralarda eğitim alıyorsa okulun nasıl bir çizgide ilerleyeceğini kestirmek güç. Naçizane önerim, eğer "çocuğu özele verdik" diyenlerdenseniz, çok yakın takip edin müfredatı, öğretmeni ve okulu. 
her bireye eşit adalet, sağlık, güvenlik ve eğitim hizmeti sunmak devletlerin asli görevi olmalı!

Son olarak aşağıdaki dörtlünün sadece kamu tarafından hizmet üretilen alanlar olması gerektiğine yürekten inandığımı belirteyim:
  • Adalet
  • Sağlık
  • Güvenlik
  • Eğitim
Daha çok paranız varsa daha lüks bir evde oturabilirsiniz, daha çok paranız varsa daha pahalı bir arabaya binebilirsiniz. Ancak daha az paranız var diye adalet, sağlık, güvenlik ve eğitim alanlarında daha az ile yetinmek zorunda kalmanız insan haklarına da aykırıdır!

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...