Ana içeriğe atla

Mühendislik eğitimi - Yaz stajları

gençler çok içiyor
Üniversiteden mezun olalı 21, yüksek lisansımı tamamlayalı ise 15 yıl oldu. Aradan bunca sene geçtikten sonra mühendislik eğitimi başlıklı bir dizi hazırlamak garip görünebilir. Ancak, dizinin ilk yazısı olacak Yaz Stajları konusuyla her yıl yüzleşiyorum. Sonda söyleneceği yekten yazayım: Durum her geçen yıl kötüye gidiyor.

Mühendislik eğitimi ülkemizde dört yıl sürüyor. Kimi üniversitelerin uygulamaları farklı da olsa, genellikle üniversite giriş sınavında yapmış olduğunuz tercihin doğrultusunda yerleştirildiğiniz bölümü okuyorsunuz. Giderek çoğalan bu "kimi üniversitelerin uygulamasında" ise mühendislik başlığı altında yerleştiğiniz üniversitede, hangi mühendislik alanında uzmanlaşacağınızı / eğitim alacağınızı ilerleyen yıllar içerisinde yapıyorsunuz. 

Bu dört yıllık eğitim boyunca iki staj yapmanız zorunlu. En azından elektrik-elektronik mühendisliği eğitimi için böyle. Bu stajlar, çok büyük oranda, ikinci ve üçüncü sınıfların bitimi ile başlayan yaz mevsiminde yapılıyor. Şubat tatilinde, son sınıfın yazında yapanlar da olabilse de ağırlıklı seçim yaz tatilinde. 

Stajlarda üç taraf bulunuyor. Staj raporunun teslim edileceği akademisyen (Üniversite), stajın yapıldığı kuruluşta raporu onaylayacak mühendis (Şirket) ve staj yapan mühendis adayı. Bu üç tarafın tümünün staj konusundan beklentisi, ne yazık ki, büyük oranda aynı: KOCAMAN BİR HİÇ. 

Üniversite, dönem boyunca anlatılanların hangilerinin staj boyunca deneyimlenebileceğine dair bir yönelendirme / bilgilendirme yapmıyor. Zaten ders veren meslektaşlar/akademisyenlerin böyle bir yükümlülüğü yok belki. Ancak, her öğrenciye atanan bir staj raporunu teslim alan ve değerlendirecek olan akademisyen var. Ayrıca gene her öğrencinin bir danışmanı var. Dersler sırasında olmasa bile bu iki akademisyen, ki kimi durumlarda aynı kişi de olabiliyorlar, meslektaş adaylarına yardımcı olabilirler. Dönem boyunca yazın yapabileceği konuları bilen öğrenci staj yapacağı şirketi seçerken farklı davranabilecek. Elbette akademisyenin yönlendirmesi tek başına yeterli değil. 

Haziran sonu başlayan ve ağustos sonuna kadar devam edeceği bilinen mühendislik stajına şirketler ve kamu kuruluşları çoğu kez hazırlık yapmazlar. Ne yazık ki meslektaş adayları, servisleri ve yemekhaneleri dolduran gençler olarak görülür. Kuruluşlarda stajerlerden yararlanmak ve onların mesleki bilgilerini arttırmak için hazırlanmış programlar, çoğunlukla yoktur. Hatta stajerlerin oturacağı mekanlar bile düşünülmemiştir. Boş duran toplantı salonları, şirket içerisindeki çay odaları ve izne giden personelin masası "tahsis edilir" "gençlere". Bu yazıda genel görüntüden bahsediyorum, yoksa özellikle savunma sanayisindeki kuruluşların ve iletişim sektörünün stajer kabul süreçleri, işe alım süreci gibi ayrıntılı ve eminim stajerlere yaptırılacak işler aylar öncesinden hazırlanıyor. Dediğim gibi ben geneldeki çarpıklığa dikkat çekmek derdindeyim. 

üniversite sonrası
yön değiştirmek zor
Sacayağının sonuncusu ise stajerin kendisidir. Angarya olarak görür stajı. Olanak bulsa, hiç gitmeden, yaz tatilini kesintiye uğratmadan formalitelerini tamamlamaya odaklanır. İş yerinde yeni arkadaşlar edinmeyi, onlarla sohbeti kendisine iş verilmesine tercih eder. "Kaç para alıyorsunuz burada" en çok sorduğu sorudur. "Benim x abim/ablam var, o da y mühendisi ama sizin söylediğinizden z kadar az/çok alıyor. Sizin aldığınız az/çokmuş". Staj raporu bulmak ikinci derdidir. Önceki senelerde hazırlanmış raporlar, elektronik ortamda aranır. Mezun olduğunda ne yapacağı, hangi alanda çalışmayı düşündüğü sorularına verdiği yanıt: "Neresi denk gelirse" olur çoğunlukla. Üniversite üçüncü sınıfı bitirmiş, yani bir yıl sonra üniversite hayatını ve muhtemelen tüm eğitim hayatını sonlandıracağının ve bundan sonra, gene muhtemelen, bir ömür boyu sürdüreceği mesleğiyle ilgili fikri oluşmamıştır halen. Tıpkı kurum/kuruluşlar paragrafında yazdığım gibi bu paragrafta da çizdiğim karamsar tablo işin "geneli". Bu genelin dışında stajer arkadaşlarla da karşılaştım. Ancak, ne yazık ki çoğunlukta gözlemlediğim bu yazdıklarım.

Peki bu tablonun sonucu ne? Sonuç ortada aslında. Hep söylenegelen, köşe yazarlarının ve siyasilerin dillerinden düşürmedikleri "katma değerli ürünler" üretiminde ülkemizin durumu ortada. Malzememiz bu şekilde yetişiyor çoğunlukla. Hemen ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi demeyin lütfen. Bu üç üniversitenin verdiği mezun sayısı ve mezunların ülkede kalma oranlarına bakın o zaman. Elbette katma değerli ürünler üretmek sadece iyi yetişmiş mühendisler ile olmuyor. Elbette devlet politikası gerekiyor, yatırım ortamı, güvenlik.... 

Yazım fil tarifi gibi farkındayım. Tuttuğum yerini tarif ediyorum sadece. Umarım ben yanılıyorumdur gözlemlerimde. Umarım üniversiteler çok iyi yönlendiriyordur, kuruluşlar stajerler için hazırlıklar yapıyordur ve en önemlisi genç meslektaşlar yarınlara hazır yetişiyordur. 

Gidecek başka ülkemiz yok.  

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

değişiklik

Sabah uyandığımda bugünün de diğerleri gibi geçeceğini düşünmüştüm. Aynı şeyleri yapıp, aynı saatte aynı yoldan döneceğimi eve. Oysa bu gördüğünüz geçidi kullanıyorum bu kez.  Aslında bir kaç sokak değişikliği tek yaptığım. Kim bilir hangi zamanda yapılmış bu saray kompleksinin kenarındaki yapıya düşürdüm yolumu.  Küçük değişiklikler yapmak gerek hayatta. Bazen öğlen yemeği için tercih ettiğiniz mekânı, bazen kalvaltıda yediğiniz zeytini, bazen ise ev - iş - okul arasındaki sokağı.     

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Psikopati / Saul Black

Polisiye romanların klişeleriyle dolu, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz "kahretsin", "aman tanrım", "kahrolası" kalıplarının bolca kullanıldığı çevirisiyle mısır patlağı tadı veren bir kitap Psikopati. Saul Black'ten okuduğum ilk ve büyük olasılıkla son eser. Vaktinizi daha iyi eserleri okumak için kullanmanızı öneririm. 

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

boşluk

"Bak ne yaptım, piramidi avucumun içine sığdırdım."   Benzeri milyon kez çekilmiş bir fotoğrafı kendi telefonuyla da kaydetmiş olmanın anlamsız gururu ve mutluluğu sesine yansıyordu. Bak diye seslenmişti ama seslendiği yerde boşluk dışında bir şey yoktu.  Hayatının tümünü kaplayan büyük boşluk. Oysa aşıklar kentine yalnız gelmek değildi planı. Bu hafta çok farklı geçecekti.  Nikahın ardından balayı için geleceklerdi Paris'e. Kalacakları oteli iki ay öncesinden ayarlamıştı. Bir haftalık tatilde gezecekleri yerleri belirlemişti gün gün, hatta saat saat.  Şimdi avucunun içine sığdırdığı piramidin yerinde sevgilisinin eli olabilirdi.  Eğer nikaha bir saat kala, bu iş olmayacak, ben vazgeçtim demeseydi.