Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Yıllardır evde duran Mülksüzler'i sonunda okuyup bitirdim. Doğduğum yıl yazılmış LeGuin'in bilimkurgu dünyasına armağanı bu kült yapıt Metis tarafından 1990 yılında Levent Mollamustafaoğlu tarafından dilimize çevrilmiş. Benim elimdeki 1997 tarihli beşinci basımıydı. Bülent Somay'ın Son sözü ile birlikte 148 sayfalık bu basım, güncel baskılarından daha küçük ebatlara sahip. Sayfa kenarlarındaki boşlukların azlığından kaynaklandığını düşündüğüm bu durum, kitabın kolay taşınmasını sağlamış.
Roman, Annares'te doğup yaşayan teorik fizikçi Shevek'in Urras 'a yolculuğu ile başlıyor. 13 bölümden oluşan romanın son bölümü gene bir yolculuğu, bu kez Urras'tan Annares'e, içeriyor. Aradaki bölümlerde Shevek'in Urras ve Annares'teki hayatını öğreniyoruz. Annares'teki hayatını, Urras'a gitme kararına kadar geri dönüşlerle okuyoruz. Bu anlamda günümüz ve geçmiş şeklinde iki ayrı zamanı var romanın. Urras ve Annares birbirlerinin ayı konumunda iki gezegen. Annares'ten bakınca Urras ay olarak görülüyor, Urras'tan bakınca Annares. Kurak, çorak ve hayvansız Annares'e karşın Urras, hesapsız kullanım ile tükenen kimi madenler sayılmazsa, bolluk içerisinde doğal kaynakları, akan ırmakları, bitki ve hayvanları ile cennet gibi bir yer. Urras gezegeninde birden fazla ülke ve devlet olsa bile hakim olan yönetim, günümüzde bizim de içinde yaşamakta olduğumuz kapitalist üretim tarzını benimsemiş durumda. Annares'te yaşayanlar ise zamanında Urras'taki hakim anlayışa kafa tutan ve sonunda Urras'ın uydusu konumundaki Annares'e göçlerine izin verilen topluluk. Yokluk içerisinde paylaşım ve gönüllülük esasına dayanan bir düzen kurmuşlar Annares'te. Para, mülk edinme, ücret gibi bildiğimiz dünyanın olmazsa olmazlarının hiçbiri yok Annares'te. Urras ise, bu anlamda dünyamıza çok benziyor. Bir bölüm keyif ve bolluk içinde yaşarken, daha büyük bir bölüm yaşam savaşında.
Buraya kadar yazdıklarıma bakılınca, anarşist özgür dünya ile kapitalist dünyanın kıyaslaması dışında bir şey yok gibi görünebilir Mülksüzler. Oysa durum hiç de öyle değil. Annares'te işler güllük gülistanlık gitmiyor. Devlet, yasa yok belki Annares'te ancak gelenekler var. Kimi durumlarda geleneklere karşı gelip, gerçek anlamda "anarşist" olmak yasayı çiğnemekten daha ağır yaptırımlar içerebiliyor. Kendi dışlanmışlığını insan kaldırabiliyor olsa bile, sevdiklerinin dışlanması işleri değiştiriyor. Romanda, kapitalist dünyaya ilişkin Shevek'in gözlemi, yaşadığımız dünyayı iyi tanımlıyor:
"Shevek o dev, havai kemerin altındaki metrekarelerce parlak mermeri geçti ve sonunda hepsi amaçlı, hepsi değişik olan insan kalabalığının gelip geçtiği uzun kapılar dizisine geldi. Ona hepsi kaygılı gibi görünüyorlardı. Bu kaygıyı daha önce Urras'lıların yüzlerinde görmüştü ve ne olduğunu merak ediyordu. Ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar yine de yoksul ölmemek için daha fazla çalışmaları gerektiğini düşündükleri için miydi? Suçluluk muydu, çünkü ne kadar az paraları olursa olsun, her zaman onlardan daha az parası olan birisi vardı. Nedeni ne olursa olsun, bütün yüzlere bir tür benzerlik veriyordu bu; Shevek kendini onların arasında çok yalnız hissediyordu. Rehberleri ve muhafızlarından kaçarken, insanların birbirlerine güvenmediği, temel ahlaki varsayımın karşılıklı yardımlaşma değil, karşılıklı saldırganlık olduğu bir toplumda tek başına kalmanın ne anlama gelebileceğini düşünmemişti. Biraz korkuyordu." (Müksüzler, s 188)
Shevek'in dilinden Urras'a ilişkin gözlemini paylaşıp gene kendi dilinden Annares'i anlattığı bölümü aktarmamak olmaz. Romanın en çarpıcı bölümlerinden birisi bana kalırsa, Urras'ta isyancılara hitaben yaptığı konuşma. İşte o konuşmada isyancılara Annares'i anlatıyor:
"Buradayım, çünkü bende vaadi, iki yüz yıl önce bu kentte ettiğimiz vaadi - yerine getirilen vaadi görüyorsunuz. Vaadi yerine getirdik biz, Annares'te. Özgürlüğümüz dışında hiç bir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiç bir yasamız yok. Hükümetlerimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok. Başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız. Varlıklı değiliz. Eğer istediğiniz Annares'se, aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum. Ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine, hiç bir geçmişi olmadan, hiç bir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Veremediğiniz şeyi alamazsınız. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiç bir yerde değildir."(Mülksüzler, s. 268)
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.