Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Kitaba ilişkin notlarıma geçmeden, yayın evine dair bir iki satır yazmak istiyorum. Tam adı Fıtrat Pedagojisi Adetlerle Değil Ayetlerle Çocuk Eğitimi olan bu eserin yayıncısı HayyKitap. HayyKitap'tan çıkan eserler arasında en bilinenleri Canan Efendigil Karatay'a ait olanlar sanırım. Selim Şeker'in cep telefonlarının zararlarına dair yazdığı iki eser de HayyKitap'tan çıkmıştı. Bugüne kadar okuduklarım arasında beni hayal kırıklığına uğratan olmadı. Başka yayınevlerinin es geçeceği eserleri bizlerle buluşturuyor bir bakıma. Bu bağlamda, HayyKitap'a teşekkürlerimi sunarım.
Gelelim Fıtrat Pedagojisi adlı esere. Anne - baba olmak, insanın sırtına bir sorumluluk yüklüyor. Öncelikle bebeğe, ardından çocuğa iyi bakmak, onun iyi yetişmiş, düzgün bir insan haline gelmesini sağlamak anne - babanın görevi sayılıyor bir yerde. Hatice Kübra Tongar, kitabında bu bakışı sorgulayarak yola çıkıyor. Tongar'a göre, anne - baba, yeni doğanın gözeticisinden fazlası değil. Kitabın arka kapağından bir alıntı ile:
"Pek çok anne - baba çocuğunun yoğrulması gereken bir hamur olduğunu düşünerek ebeveynlik yapmaya başlar. Çocuğunu şekilsiz bir hamur, kendini ona istediği şekli verecek bir sanatkar zanneder. Oysa her çocuk dünyaya kendi şekliyle - yani kendi fıtratıyla - gelir. Anne - babaya düşense, çocuğunun fıtrat programını korumak ve kendi fıtratını ortaya koyabileceği alanı ona açmaktan ötesi değildir."
"Yediği önünde, yemediği ardındaydı, gene olmadı" diye serzenişte bulunanlara rastlamışsınızdır. Kendisine gereğinden fazla önem atfeden bir bakış ile söylenen bu sözlerde kibri ise bu kitabı okuduktan sonra fark ettim. İnsanın işi kolay değil. Benim inancıma göre, kendisine bahşedilen cüzi iradesiyle yaptığı seçimler, onun sınanması bir yerde. Ancak bu cüzi iradesi, onun kendisini bir şey zannetmesine de yol açıyor. Kibir, en büyük tehlikelerden birisi. Kibre düşmek, sapılan en hatalı yollardan. Bu yola saptığında, etrafında seni uyaranları, "şaşkın" olarak görmek muhtemel. Bebek - çocuk yetiştirirken, ona bir şekil verebileceğini düşünmek, bir yerde onun zaten sahibi olduğu özü değiştirmeye gayret etmek oluyor. Bir bakıma kibir belki de bu gayret. Tongar, böylesi bir mücadelenin hem çocuğa hem ebeveyne zarar vereceğini söylüyor.
Otuzüç başlıktan oluşuyor eser. Her biri sekiz on sayfalık yazılar. Herbir başlık üzerine ayrı kitaplar da yazılabilir. O derece önemli konular. "Az yiyen çocuk makbuldür" diye bir yazı var örneğin kitapta. Hep tersini uygulayageldiniz değil mi? Ye yavrum bak tren geliyor, bak uçak kaçıyor. Peki bu tavır doğru muydu acaba? "Çocuğunuza değil nefsinize sabredin" başlıklı yazı da çok önemli.
Tongar'ın ifadesiyle çocuğa ZAHMET olarak da bakabilirsiniz RAHMET olarak da. Bu bakış farklılığı, aslında sadece çocukla ilgili değil bence. Hayatın geneline, her eyleme bakışınız da bir yerde. Attığımız her adımda, yaptığımız her işte bu iki farklı bakış, bizi yönlendirir. Ben, RAHMET olarak bakmaya çalışanlardanım.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.