Ana içeriğe atla

idareci - yönetici / 2

İdareci ve yönetici aynı anlamda kullanılagelen iki sözcük. Oysa bana göre, epey farklılıklar içeriyor. Bu iki sözcüğün farklı olduğuna ilişkin bir yazı yayınlamıştım bir kaç ay kadar önce. Bu yazıyı güncellemek gerekiyordu. Yazıyı güncellemek yerine, ikincisini yazmayı tercih ettim. 

O zaman, ilk yazıdaki üsluba devam edeyim. Hatta nasılsa sayfa sorunumuz yok, ilk yazıdaki metni de ekleyeyim, bu yazının başına:

İdareci, kelimenin gerçek anlamıyla idare eder. Zaten idare ettiği birimin başına getiriliş sebebi de budur. 
Yönetici ise kelimenin gerçek anlamıyla yönetir. İnsan, yönetilmek ister. En kolay, çocuklarda gözlemleyebilirsiniz bu fıtratı. Çocuklar kendi başlarına oyun oynamaktan çok birisi tarafından yönlendirildiği, yönetildiği oyunları tercih eder. 
İdareci, sorunları çözmez. Sadece üzerini örter. Kendisinden sonra tufan olduğu anlayışıyla, günü kurtarmanın derdindedir. 
Yönetici, önce durum tespiti yapar ve sorunları ortaya koyar. Radikal adımlar atmaktan çekinmez. 
İdarecinin boş zamanı yoktur. Hep çok meşguldür. Saatler süren toplantılar yapar, hatta haftalık düzenli toplantıları da meşhurdur. Ancak, sonuç alındığı görülmemiştir bu "etkinliklerden". Zaten amaç sonuç almak değil, "miş" gibi görünmektir. Çalışıyormuş gibi, çabalıyormuş gibi görünseniz idarecinin has adamı haline gelirsiniz.
Yönetici ise sizi dinlemeye ayıracak vakit sahibidir her zaman. İşleri ilgililerine dağıtır, işlerin takibini yapar. İşi kendisi yaptığı ise görülmemiştir. Zaten görevi de yönetmekten ibarettir. Toplantıları gündemli ve zaman kısıtlıdır. Saatler sürmez, bir önceki toplantıdan kalanlar kayıt altına alındığından takip edilmesi kolaylaşır. Has adamı, işini gerçekten yapandır. "Miş" gibi çalışanların varlığını ve çokluğunu bilir. Bunları kamuda yöneticiyse Allah'a, özel sektördeyse Patrona havale eder. 
İdareci, pohpohlanmaktan çok hoşlanır. Bir zamanlar üst düzeyde yönetici olduysa, diyelim bir birimin başkanı, o artık başkandır. Adıyla bile hitabedildiğinde bozulur. Herkesin kendisine başkanım diye hitabetmesini ister / bekler. Kendisiyle konuşurken, siz daha iyi bilirsiniz elbette ile başlayan cümleler duymak ister. 
Yönetici, neyi bildiği kadar neyi bilmediğinin de farkındadır. Bilmediği bir konuda ahkam kesmez. Bilmediği konuyu bildiğini ileri süren olursa, sertçe uyarır, yalakalıktan hoşlanmaz. 
İdareci, idare ettiği biriminin olumlu tüm çıktılarını kendi konumunu pekiştirmek için kullanır. Elde edilen başarıları paylaşmaya gerek duymaz. "İdari" olarak verilebilecek her türlü teşekkür, takdir, prim vb motivasyon unsurlarını asgari düzeyde tutar. Bilir ki kendisinin üzerindeki "idareci"leri zora sokmamak gerekir. İş ceza araçlarına geldiğinde ise elini korkak alıştırmaz. Disiplin soruşturmasından, başka birimlere göndermeye kadar elinden geleni ardına koymaz. 
Yönetici, kişiye göre hareket edilmesi gerektiğini bilir. Amacı işlerin tamamlanması ve yönetimindeki insanların bilgi/becerisinin arttırılmasıdır. Bilir ki birimin başarısı ve yeteneği birimi oluşturan bireylerin yeteneklerinin toplamı kadardır. Bireysel gelişimi destekler. 
İdareci, bir fikirle yanına gittiğinizde, sizi dinlemek için zaman ayırmışsa, ki bu pek sık değildir, ilk söylediği "bir bakalım, "bunu konuşalım", "ben bir değerlendireyim"...gibi ucu açık kalıplardır. Ne zaman konuşacağınız, neyi değerlendireceği, neye bakacağı belli değildir. Aslında size bunları söylerken aklından geçenler bambaşkadır.
Yönetici, aklına yatan bir öneri dinlediğinde, "hadi yap o zaman sen" der. Size sorumlulukla birlikte yetki de verir. Önerinin sonucunu da takip eder ve başarı/başarısızlık durumlarında suçu üzerinize atmaz/başarıyı sahiplenmez. Öneri sizden gelmiştir, yöneticinin aklına yatmıştır, ancak sonuçta yöneten bellidir ve her durumda birinci sorumlu kendisidir.
İdareci, kişilerin masalarının başında oturuyor oluşunu, çalışmalarının göstergesi olarak değerlendirir. Hele bir de yüzler bilgisayara dönükse, işlem tamamdır. İş yerinde internet bağlantısı yoksa bir de, kimse elektronik kitap okumuyordur herhalde. 
Yönetici, haftanın beş günü günde sekiz saat aynı verimde çalışmanın insan işi olmadığını bilir. Kendisi de öyle çalışmıyordur zaten. Bu yüzden, yasal sınırları çalışanlar lehine zorlar. İş yerinde daha sıcak ve dostça ortamları oluşturmaya çalışır. İnsanların zaten yaptığı çay sohbetlerini düzenli hale getirmeye çalışır. Öğlen aralarında spor yapmalarına olanak sağlar. 
İdareci, yapması gerektiğini bildiği ancak yap(a)madığı her şey için üstündeki idarecileri suçlar. Ne kadar zor şartlar altında çalıştığından sıklıkla bahseder. Ancak idarecilerin istifa ettikleri görülmemiştir. Bulundukları makamları babalarından miras sanmaları yüzünden, daha üst bir görev alana kadar orayı terk etmeyi düşünmezler. 
Yöneticiler ise güçlerinin kısıtlandığını, bulundukları birimde, akıllarına yatmayan işlemlere zorlandıklarını fark ettiklerinde istifa ederler. 
İdareci, görevden alındıktan sonra, hele bir daha aktif göreve dönme ihtimali düşükse, kimse tarafından önemsenmez. O koridorda görüp selam vermeye tenezzül etmediği "elemanları"nın gözünün içine bakar iki çift laf edebilmek için. Eski elemanları, insanlık gösterip konuşmaya başlayınca kendisini halen idareci sanmaya başlar. Uzak durmak, yok saymak herkesin hayrınadır. 
Yönetici, istifa ettikten sonra da, ki bir daha göreve getirilme ihtimali yoktur elbette, aktif görevindeyken gördüğü saygıyı görmeye devam eder. Hatta kimileri, yağcılıkla suçlanacağı düşündüğü için gösteremediği muhabbeti görevden alındıktan sonra gösterir yöneticiye. Kendisi her ne kadar yönetici olmadığını söylese de önemli konularda kendisine danışılmaya devam edilir. Aslında aktif olarak olmasa da yöneticilik yapmaya devam etmektedir.
Son olarak,
İdareci bu yazıyı okuduğunda, yönetici olduğunu düşünüp sevinir.
Yönetici ise, idarecilerin  hataların ne kadarını kendisinin de yaptığını sorgular.

O zaman buradan devam edelim:

İdareci - Yönetici / 2

İdareci, canını sıkan bir durum olduğunda, öncelikle idareciliğin verdiği geçici gücü kullanır. Bu güç ile canını sıkan durumu çözmeye çalışır. Kendince çözdüğünde, bunu gururla anlatır her yerde. 
Yönetici ise, canını sıkan bir durum olduğunda, sorunun sahibine sormayı tercih eder. Gel bakalım, neden böyle, neden şöyle. Durumu anlamayı tercih eder. Gerçekten bir hata varsa ortada, bu hatayı yapanın durumu anlamasını ister öncelikle. Yapmayacağı tek şey ise yönetici olmanın avantajını kullanmaktır. Yönetici, aslında kendisinin de düzenin bir çarkından ibaret olduğunu bilir. Dünya, o olmasa da dönecektir. 
İdareci, iş yerinin, ülkenin ve dünyanın kendi omuzlarında olduğunu düşünür. İş yerinde saatlerce kaldığından dem vurur yeri geldiğinde. Geceler, gündüzler boyu çalışmakta ancak gene de yetişememektedir.
Yönetici ise, kendisinin çarkın dişlisinden fazlası olmadığını bilir. Hayat, işten ibaret değildir. Tatilini, özel hayatını, dinlenme hakkını ihmal etmez. Böyle bir ihmalin iş yaşamındaki başarısını olumsuz etkileyeceğini de bilir.
İdareci, kendi yaptıklarını unutmaya çok meyillidir. Daha bir kaç gün önce kendi imzasıyla talimat verdiği konuları bile hatırlamaz. Çünkü, adı üzerinde, idare etmeye odaklanmıştır. Futbolda, doldur boşalt olarak adlandırılan hücum şekli gibidir sorunlara yaklaşımı.
Yönetici ise, önünde ajandası olmadan bir kelime etmez. Yaptıklarını not aldığı için, sonradan getirin bakalım kim izin vermiş, kim yapmış bunu gibi sözler etmez. Futbolda, organize atak olarak adlandırılan hücum şekli gibidir sorunlara yaklaşımı. 
İdareci, yazılı olmayan kurallara da uymak gerektiğini, herşeyin yazılı olamayacağını düşünerek, kendisinden yukarıdaki konumlarda bulunan "idareci"lerin işaret ettiği şekilde davranmaya özen gösterir.
Yönetici ise, kuralsızlığın bir kez uygulanması ile kuralsızlığın gelenek haline gelmesi arasında fark görmez. Az gebelik yoktur sonuçta. Şimdi, ama, öyle diyorsun da, ile başlayan cümlelerin sonucu yöneticinin istifası ile biter. Yukarıdaki "idareci"lerin işaretlerinin sonu bellidir. 
İdareci, ben olmasam da başkası yapar der. Böylece yaptığı "idareci"liğin sonuçlarına ya da uygulamadaki sorunlara kılıf bulmaya çalışır.
Yönetici ise, yanlışı yapan ben olmayayım, diye düşünür. Yöneticilik yapması olanaklı olmadığı dönemde, koltuğa yapışmadığı için ayrılmakta sakınca görmez.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

değişiklik

Sabah uyandığımda bugünün de diğerleri gibi geçeceğini düşünmüştüm. Aynı şeyleri yapıp, aynı saatte aynı yoldan döneceğimi eve. Oysa bu gördüğünüz geçidi kullanıyorum bu kez.  Aslında bir kaç sokak değişikliği tek yaptığım. Kim bilir hangi zamanda yapılmış bu saray kompleksinin kenarındaki yapıya düşürdüm yolumu.  Küçük değişiklikler yapmak gerek hayatta. Bazen öğlen yemeği için tercih ettiğiniz mekânı, bazen kalvaltıda yediğiniz zeytini, bazen ise ev - iş - okul arasındaki sokağı.     

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Psikopati / Saul Black

Polisiye romanların klişeleriyle dolu, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz "kahretsin", "aman tanrım", "kahrolası" kalıplarının bolca kullanıldığı çevirisiyle mısır patlağı tadı veren bir kitap Psikopati. Saul Black'ten okuduğum ilk ve büyük olasılıkla son eser. Vaktinizi daha iyi eserleri okumak için kullanmanızı öneririm. 

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

boşluk

"Bak ne yaptım, piramidi avucumun içine sığdırdım."   Benzeri milyon kez çekilmiş bir fotoğrafı kendi telefonuyla da kaydetmiş olmanın anlamsız gururu ve mutluluğu sesine yansıyordu. Bak diye seslenmişti ama seslendiği yerde boşluk dışında bir şey yoktu.  Hayatının tümünü kaplayan büyük boşluk. Oysa aşıklar kentine yalnız gelmek değildi planı. Bu hafta çok farklı geçecekti.  Nikahın ardından balayı için geleceklerdi Paris'e. Kalacakları oteli iki ay öncesinden ayarlamıştı. Bir haftalık tatilde gezecekleri yerleri belirlemişti gün gün, hatta saat saat.  Şimdi avucunun içine sığdırdığı piramidin yerinde sevgilisinin eli olabilirdi.  Eğer nikaha bir saat kala, bu iş olmayacak, ben vazgeçtim demeseydi.