Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
106 sayfalık bir eser, bu kadar çarpıcı olabilir mi? Olabiliyormuş. Everest yayınlarının Dost Körpe çevirisiyle Mayıs 2006'da dilimize kazandırdığı eseri Kureyşi, 1998'da yayınlamış. Pakistan baba ve İngiliz anneye sahip Kureyşi'nin bu eseri, eser deyip duruyorum çünkü roman olarak kategorilendirilmiş olan Yakınlık bence novella türünde, sinema filmi olarak da uyarlanmış. Hatta sinema filmi, Venedik festivalinde büyük ödül kazanmış.
Konu, Londra'da yaşayan, iyi kazanan, iki oğlu ve partneriyle birlikte "sıkıcı", "bezdirici tek düzelikte", "kendisini boğan" bir hayattansa sevgilisi ile "özgürlüğü" seçmeye karar vermiş hedonist adamın evi ve ailesini terk etme sürecini, hatta gününü anlatıyor.
Yazının devamını, kitabı henüz okumamış olanları önermem. Okumanın heyecanını kaçıracağını düşünebilirsiniz.
Eserin ilk sayfalarını, evliliğin tek düzeliği, eşlerin günlük koşuşturmadan birbirlerine vakit ayıramaması, o eski özeni yitirmelerinin yarattığı gerilimler olarak okuyorsunuz. Sayfalar ilerledikçe anlatıcının, ki evin babası oluyor kendileri, çocukların anneleriyle evli olmadığını, partneriyle birlikte olmaya başladığı günden bu yana sayısız kadın ile onu aldattığını, metres hayatı yaşadığı bir başka sevgilisinin de olduğunu, bu sevgilisinin -metresinin- başkalarıyla da birlikte olması gerektiğini savunduğunu, partnerinin de kendisini aldattığını -burada "aldatmak" kelimesini birisinin haberi dışında başka bir ilişki yaşamak anlamında kullanıyorum, kitapta da aldatmak olarak geçiyor- kısacası dilimizin bir deyimiyle "kimin eli kimin cebinde belli değil" denilebilecek bir ilişkiler yumağı olduğunu öğreniyoruz.
Ben, eseri kapitalizmin insanı tatminsizliğe sürükleyen ve tüm değerleri yerle bir eden yapısına damardan bir eleştiri olarak okudum. Hedonizmin, zevk düşkünlüğünün dışında tutunacak dalı olmayan anlatıcının, çevresindeki kişilerin de farklı gibi görünseler de, aslında aynı "sapkınlık" içinde sürüklendiklerini düşündüm. Sapkınlık, benim tespitim. Yoksa, eserin anlatıcısı yaşadıklarını sorgulayıp kendisini itham etmiyor böyle bir şey ile.
Kahramanın değerlerini en iyi özetleyen iki paragraflık alıntı ile bitireyim:
"... Savaş sonrasındaki ekonomik kriz sefaletiyle seksenlerin zalimliği arasında yaşamış, altmışların sonlarında isyancı büyüklerimizin kazandığı özgürlüğün mirasçısı, masum tüketici çocuklardık bizler. Serbest, üstün ve biraz tembelce bir eğitim aldık. Sonra beş yıl kadar işsizlik yardımı alarak, siyasi fikirlerimizi kibirle savunduk. Ardından da medyada çalışıp bir sürü para kazanmaya başladık. Ahlak da, din de pek umurumuzda değildi. Totemlerimiz müzik, sans ve fütursuzca düzüşmekti. Gelmiş geçmiş en bir nesil olmakla övünüyorduk. Hippiler gibi bizler de materyalizmi hor görüyorduk. Ama onlar kadar kaygısız değildik. Okulu bırakıp marangoz ve bahçıvan olduysak, işçi sınıfının deneyimlerini paylaşmak isteğimizdendi. Sert politikaları benimsemiş, samimi ve ahlaklı bir nesildik. Komünizmi savunan son nesildik. Arnavutluk'ta tatil yapan insanlar tanımıştım; plajları şahaneymiş. Bir tanışım, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal ettiği gün desteklemişti." s.47
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.