Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

sayısal karasal yayıncılık ile ilgili haberler / gelişmeler - 1

Siz okumaktan sıkıldınız mı bilmiyorum ancak ben yazmaktan sıkıldım. Gene de süreci ve gelişmeleri takip etmeden duramıyorum. Takip edip öğrendiklerimi kendime saklasam, insanlığımdan utanırım. O zaman buyurun yeni gelişmelere:

Öncelikle bir öneri ile başlayayım. LinkedIn'e üye olun, eğer halen olmadıysanız. Benim profil bilgilerime, bu blogun tepesindeki hakkında sekmesinden de ulaşabilirsiniz. Buradaki bağlantıya tıklayarak da. LinkedIn sayesinde tanıştığım Almanya'da yaşayan bir meslektaşın gönderdiği iki haberi bu yazıya konu edindim. Siz de LinkedIn'e üye olursanız ve benim gibi şanslılardan olursanız, böyle kıymetli meslektaşlarla haberleşme içerisinde olabilirsiniz. Gelelim haberlere. 

İlk haber, Almanya'dan. Almanya, malumunuz yayın teknolojilerinin geliştirildiği, standart haline gelen uygulamaların, teknoloji çözümlerinin üretildiği merkezlerden. Fraunhofer Enstitüsü ve IRT bu alanda da çalışmalar yapmakta. Bu ilk haber IRT ve Fraunhofer'in birlikte yer aldığı bir çalışma ile ilgili. 

Almanya, DTT şebekesini DVB-T MPEG2 olarak kurmuş ancak yeterli ilgiyi görmemesi ve tercih oranı %6'larda kalması üzerine ticari yayıncılığın büyük oyuncularının DTT şebekesinden çıkması üzerine bir hayal kırıklığı hikayesi haline gelmiş bir ülke. Ardından DVB-T2 kurulsun mu diye uzun süren bir tartışma / araştırma dönemi geçirdiler. Bu blogda da konu ettiğim bir rapor, halen sektör profesyonellerince hatırlanır / etkinliklerde soru olarak gündeme taşınır. Ancak tüm farklı yaklaşımlar ve eleştirilere karşın, Almanya kamu yayıncıları DVB-T2 HEVC olarak 2017'de şebekelerini güncelleme kararı aldılar. Avrupa için DVB-T2 HEVC şebekesi bir ilk olacak. Malum, Güney Kore'de 4K yayınlar taşınan bir DVB-T2 HEVC şebekesi mevcut

İşte bu Almanya'da, IRT, Fraunhofer Enstitüsü, FAU (Üniversite), Rohde & Schwarz (verici sistemleri ve bir dizi başka yayın cihazı geliştiren şirket), Nokia, BMW ve BR (Bavyera Bölgesi Kamu Yayıncısı) bir araya gelip Integration of mobile and broadcast radio in LTE/5G adında bir proje oluşturmuşlar. 

Projenin basın duyurusu bundan iki hafta kadar önce yapılmış. Projenin önemi şurada, malum DTT'nin, FM ve sayısal radyo teknolojilerinin mobil şebekelerle nasıl bir ilişki içerisinde olacağı tartışılıyor. Ülkemizde de bu konuda önemli açıklamalar yapılıyor. Benim çok önemli bulduğum ve üzerine bir kaç yazı yayınladığım bir açıklama, artık Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkan Vekili olarak görevini sürdüren, Sn. Esat ÇIPLAK'tan gelmişti. Sn. ÇIPLAK, halen internet sitelerinde bulabileceğiniz açıklamasında bu gelişmelere dikkat çekerek yeni bir anlayış ile sürecin ele alınmasını ve mobil şebekelerin kullanılması seçeneğinin değerlendirilmesini önermişti. 

Almanya örneği ya da bu yeni proje grubunun hedefi biraz uzun ölçekli. Almanya, yazının başında da belirttiğim gibi DVB-T2 HEVC şebekesini kuracağını duyurdu ve bu fikrinde vazgeçtiğine yönelik bir yeni bilgi yok. Ancak, bir yandan, biz 4,5 G olarak adlandırdığımız bir ara teknolojiyi kurmaya ve bu ara teknolojideki cihazlar milyon dolarlar yatırmaya çabalarken, 5G ile yayın şebekesi nasıl bir arada çalışır sorusuna yanıt arıyor. 

Meslek odaları bu açıdan çok kritik yapılar. Düşünün ve sorgulayın, ülkemizde 4G mi olsun yoksa onu atlayıp 5G mi kursak tartışmaları yapıldığı dönem Elektrik Mühendisleri Odası'nın gündemi neydi? Merak ettim ben de sizin gibi, EMO'nun web sayfasında, basın açıklamaları diye bir bölüm var. Bu, 4G'yi bırakın 5G'yi bekleyin anlamına gelen ünlü açıklamanın tarihine baktım önce: 22 Nisan 2015. Yandaki görsel, EMO basın açıklamalarını gösteriyor. Yazılı basındaki açıklamalar ve haberler arşivine de baksanız konunun Oda'nın gündeminde olmadığını görüyorsunuz. Belki, ilerleyen dönemlerde düzenlenen panellerde, forumlarda, sempozyumlarda konu tartışılmıştır. Ancak, ne yazık ki zamanında kamu adına konuya yaklaşmak fırsatı kaçırılmıştır. Gerçekten de aslında 3G'nin sunmakta olduğu hız, sıradan kullanıcılar için son derece yeterlidir. 4,5 G olarak adlandırılan LTE Advance ile kazanılacak olanı, harcanacak milyonlarca dolar ile terazinin kefelerine koyduğunuzda hangi tarafın ağır basacağı ortadadır. Ülkemiz için, iktisattaki ifadesiyle "Teknolojik Fırsat Penceresi" doğmuştur. 4G, 4,5G ile ilgilenmeden tüm araştırma - geliştirme yatırımlarını, çabalarını 5G teknolojilerine kaydırmak, kamu kaynağını en verimli kullanmak bakımından anlamlıdır. Ya da anlamlıydı, artık geçmiş olsun. 

Son söz olarak, her ne kadar adı "Elektrik" mühendisleri odası olsa da EMO, elektronik ve haberleşme konularında da tek yetkili oda konumundadır. Bunun farkına varıp, tüm yapısını bu gerçekliği de içine alacak şekilde düzenlemesi elzemdir. 

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

neden fotograf çekiyoruz

Filmli makineler zamanından kalmayım. Siyah beyaz ILFORD'la çektiğim karelerin bir bölümü duruyor hâlâ. Film banyosu, kart baskısı, deklanşöre basıldığı anda film üzerine sabitlenen karenin baskı sırasında değişikliklere uğratılması... Hepsi hoş, güzel anılar oldu artık. Başlıktaki soruyu, neden fotograf çekiyoruz sorusunu son zamanlarda daha çok soruyorum.  Bulduğum bir kaç yanıt var. Sizlerin yorumlarını da merak ediyorum. İşte benim yanıtlarım: İleride dönüp o anı hatırlamak için.   Orada bulunduğumuzu göstermek için. Herkes çektiği için.