Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

Ölmeye Yatmak / Adalet Ağaoğlu

Ölmeye Yatmak, Adalet Ağaoğlu'ndan okuduğum altıncı eser ve üçüncü roman. Aslına bakarsanız, Adalet Ağaoğlu demek, biraz da Dar Zamanlar demek. Dar Zamanlar ise Ölmeye Yatmak ile başlayan bir roman dizisi. 1973 yılında yayınlanan Ölmeye Yatmak, 1968-71 yılları arasında yazılmış. 
Roman tekniği üzerinde epey düşünen bir yazar Ağaoğlu. Anlatıcının herşeyi bildiği tarzın dışında teknikler denemek konusunda cesur. Ruh Üşümesi, bu anlamda çok başarılıdır meselâ. Ölmeye Yatmak'ta asıl anlatıcı, romanın kahramanı da olan Aysel olsa bile farklı anlatıcılarda söze karışıyor. Kimi zaman mektuplarıyla, kimi zaman gazete haberleriyle. 1938 ile başlıyor roman, kurucu liderin ölümünün ardından milli şef döneminin başkenti mekan olarak seçilmiş. Karakterler, başkente yakın bir ilçenin çocukları. Farklı sosyal katmanların temsilcileri çocuklar. Kaymakamın çocuğu da var aralarında, esnafın çocuğu da, köylünün çocuğu da. Hepsinin ortak amacı makus talihlerini yenmek bir yerde. Kaymakamın, savcının ve diğer bürokratların çocuklarının sahip olduğu olanaklar ile köylünün ve kasaba esnafının çocuklarını sahip oldukları arasındaki uçurum düşündürücü. Bir anlamda, imparatorluğun yerine kurulan "cumhuriyetin başarısı" sorgulanıyor roman boyunca. 
Modernliği, balo salonlarında dans edip içki içmeye indirgeyen bir nesil söz konusu. Gammazcılığın vatan sevgisinin ölçüsü olarak değerlendirildiği, Ankara'nın ülkenin genelinden kopukluğunun cisimleştiği bir dönem anlatılıyor. Bir yanda bu seçkinciliğin toplumda gördüğü karşılık resmedilirken, bu seçkinciliğe dünyaya soldan bakanların yanıtlarının neden karşılık bulamadığı da tartışılıyor, üstü kapalı da olsa. 
Kadın erkek arasındaki ilişkiyi aşağıdaki alıntı kadar iyi özetleyen bir başka metin okumadım sanırım. Taşra esnafının okumuş kızı Aysel'in anlatımıyla:
"Marsilya'ya giden vapurda Metin'le Kuzey Yunanistan'daki E.A.M. hareketlerini ve seçim kanunumuzu ve Sabahattin Ali'nin Kağnı'sını ve Isparta linç olayını tartışırken; kendimi artık kadınlığına bilgi de eklemiş genç bir Türk cumhuriyeti kızı sandığımda; Metin'in bütün fikirlerine akıllı akıllı, bilgili bilgili karşılıklar verebilidiğim ve karşı durabildiğim bir sırada; öyle işte, düşüncelerimi güzel güzel savunurken; öyle işte, kendi gözümde yücelip dururken; soluk soluğa, şaha kalkmış bir kısrak gibi yücelirken kendi gözümde ve fikirlerimi dinlediğini, dinleyip düşüncelerimden etkilendiğini sanıp dururken, "Ne güzel dudaklar!" diye birden üstüme atlayışı!.. Neden bu derece yalnız koymuşuz erkeklerimizi? Niye inandıramamışız kendimize? Ata'mızın ruhu üstümüzde hep kol gezip dururken, Kadını özgür olmayan ülkenin erkeği de özgür değildir, deyip dururken ve O'na layık olmak için kaç milyon Türk kadınına sırtımızı çevirip başımızın çaresine bakmak üzere küçücük gövdelerimizi nelere, ne törelere siper etmişken, niye? "Gövdesiyle birlik beyniyle de doymak" isteyenlere yetmek için kaç kişiyiz? Kaç parça olması, kaç parçaya bölünmesi gerek kadınlık zarımızın bütün okumuş erkeklerimizi doyurabilmesi için? Sonuna dek özgürleştirebilmemiz için onları ve vatanı, bir gecede kaç yatağı bölüşmemiz gerek? Bunun oranlamasını da yaptırabilir miyim öğrencilerime? Bizlere güvenip güvenemeyeceklerini anlamaları için, böyle bir oranlamaya da itebilir miyim onları? Bunu gereğini nasıl anlatabilirim onlara?" s. 280
Ağaoğlu tespitlerini evirip çevirmeden, dosdoğru söyletiyor karakterlerine. Bir dönem Galatasaray'da okumuş Aysel'in ilkokul arkadaşı, ki adı da Aydın olarak seçilmiş ne tesadüf :), Aydın için Aysel'in söyledikleri, ne acıdır ki günümüzde de büyük oranda doğruluğunu koruyor:
"...Vatana yararlı bir evlat olmak için onca iyi niyetin, inanmışlığın, saflığın sonunda biraz sol yayınla bolca da masa altlarından kadın bacağı sıkıştırmaya gelinmişse, günübirliği pırıltılarla avunulmak için donatılmışsa herşeyler, bizim soracağımız ve bize de sorulacak sorular olmalı. En azından bir soru kalmalı geride. Bir soru deyip geçmemeli. Kişiyi düşünmeye zorlayan bir şeydir küçük bir soru. Sol yayınları bile Aydın'ın, bir çeşit masa altından kadın bacağına sürtünmek değil mi sanki?..." s.283 
Cumhuriyetin ilk yıllarını bu kadar iyi anlatan, bu kadar ustaca bir roman dili ile yazılmış başka bir eser var mı bilemiyorum. Ölmeye Yatmak'ı elbette Bir Düğün Gecesi ve Hayır izleyecek inşallah. İnşallah, benim için, Ağaoğlu Dar Zamanları üçlemesini, ki 2014'te eklediği son eser ile dörtleme haline geldi bu seri, bitireli yıllar oluyor. 
Geç kalmışlığımın utancını taşıyacağım belki uzun süre, ancak en azından ben okudum. Sizlere de öneririm. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...