Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

Netflix neyi, nasıl ve neden değiştirecek?

Tadilat öncesi Erzurum Oteli Ankara
Bir önceki yazıda bıraktığım yerden başlayayım istedim. Bu kez doğru başlıkla :) Bu yazıdan önce de okumanızı salık vereceğim bir yazı dizim var. Bu konuyu önemsiyorum ve umarım akademik bir makale haline de getirebilirim. Konumuz, İngilizce adıyla "value chain". Ben "değer zinciri" diye kelime kelime tercüme ettim. Belki sektörde farklı bir tabir kullanılıyordur. Burada, eski yazımı tekrarlamak istemiyorum, bu yüzden Televizyon Dünyasında Değişen İş Modelleri 1 ve 2 yazılarımı okumanızı rica ediyorum. 2013 haziran, bildiniz gezi ayında, ben kelimenin gerçek anlamıyla gezerken, Londra'da yazmıştım. 

Televizyon dünyasının temel oyuncusu televizyon kanallarıdır. Kamu hizmeti yayıncılarını değerlendirme dışında bırakırsak, finansman modeli olarak bir TV kanalının temel gelirleri bellidir: reklam, PayTV'den alınacak para, özel içerik üretiminin satışı ve diğer gelirler. Bu diğer gelirler kalemi ilginçtir, ona sonra değinirim belki. PayTV'den alınan para kalemi, her TV kanalı için geçerli değildir. Büyükler dışında kalan TV kanalları için bu kalem, aslında gelirden ziyade gider olarak yer alır. Kısacası, özellikle ülkemiz gibi PayTV'nin toplam içerisindeki payının düşük olduğu, insanların FTA (Free To Air) yayınları, ek ücret vermeden izleyebildikleri pazarlarda TV kanalları reklam ile çarkı döndürür. Reklam alabilmek için çok izlenen içeriklere sahip olmak gereklidir. Hangi içeriğin çok izleneceğini, ABD'de pilot bölüm siparişi ile belirlerlermiş. 

House of Cards


Aslında, House of Cards'ı ele aldığım ayrı bir yazım var. Ama sürekli bağlantı paylaşmaktan sıkıldım. Kısaca tekrar edeyim. Bu dizi, bir çok anlamda önemli. Öncelikle, çok izlenen ve ödüller alan bir yapım. Ancak, benim ve sektör için önemi başka. Bu proje, TV kanallarına gittiğinde, pilot bölüm istenmiş. Netflix ise 13 bölümlük dizinin pilot bölüm olmaksızın siparişini vermiş. Bunda ne var demeyin, bahsedilen proje bedelleri az buz rakamlar değil. İş bununla da bitmiyor elbette, TV kanalları 13 bölümlük diziyi her hafta bir bölüm şeklinde 13 haftada yayınlayıp her bölümün içine reklam alarak para kazanacakken, Netflix tüm sezonu platforma ilk günden koydu. Finansmanı izleyicisinden aylık olarak tahsil ettiği için reklam hangi bölüme gelecek ile ilgilenmesi gerekmiyordu. Bir diziyi neden bu kadar büyütüyorsun diyebilirsiniz. Mesele bir dizi değil, halen anlamadın mı diyerek bir göndermede bulunayım. Gerçekten de mesele dizi değil. 

TV Kanalları Toplayıcılardır


TV kanalları, izleyicilerin nelerden hoşlanacağını düşünerek bir akış planlarlar. İçeriği bu akışı sağlayacak şekilde ardı ardına yayınlar. Çok izlenen ve en fazla reklam geliri elde etmeye yarayan o "prime time" içeriklerine bir göz atın. Ülkemizde her akşamın bir "dizi"si vardır. Peki size bir soru, siz perşembe akşamları ne izliyorsunuz? Kurtlar Vadisi dizisini mi, yoksa onun yayınlandığı TV kanalını mı? Soru saçma görünebilir, ama anlatmak istediğim başka. Asıl olan içeriktir. Onun hangi ortamda yayınlandığı ikinci planda gelir. Şimdi düşünün, zamanında çok izlenen ve bir şekilde ekranlardan ayrılmak zorunda kalan yapımları, diyelim Behzat Ç.'yi ya da Leyla ile Mecnun'u ya da bunlara benzer kült içerikleri de yayınlamaya başlayan, hatta bununla kalmayıp orijinal içeriklerini kendi yapım şirketiyle üretmeye soyunan bir platform sistemi kökten sarmaz mı?

İnternet bağlantısı sorunları


Aslında bu ara başlık, belki bundan 5 yıl önce için anlamlı olabilirdi. Ancak günümüzde, internet bağlantısı sorunundan bahsetmek pek olanaklı değil. Alt yapı operatörlerine teşekkür edelim hep birlikte. Ücretler halen yüksek olsa bile en azından adil kullanım kotası dolsa bile en az 3 MBit hız ile internet erişimimiz oluyor, kotasız internet abonesiysek. xDSL alt yapı ile bile 10 MBit hızları görebiliyoruz. Kısacası internet bağlantımız Netflix'i, en azından SD paketini, konforlu izlememize uygun. 

Geleyim soruma, neyi, nasıl ve neden değiştireceğine. Neyi sorusunun yanıtı kolay: TV dünyasını kökten değiştirecek. TV kanalları bu değişimden en büyük zararı görecek. Ardından PayTV platformları, eğer iş birliğine gitmezlerse, ki iş birlikleri apayrı yazıların konusu. En büyük fırsat ise yerli içerik üretici şirketler, ajanslara doğuyor. Ürettikleri kaliteli daha doğrusu ilgi çekici içerikleri dünya ölçeğinde pazarlama olanağına kavuşacaklar gibi görünüyor. Sektör emekçileri için de belki, daha insanca bir düzen kurulabilir. Daha makul sürelerdeki dizilerde daha makul saatler çalışabilirler. Nasıl değiştirecek, bekleyip göreceğiz elbette. Bana kalırsa, bir kaç ay sonra yerli içerik üreticisi şirketlerle iş birlikleri haberlerini duyacağız. Bilgiye değil sezgiye dayanıyor yazdıklarım. Neden sorusunu yanıtı ise aşikar sanırım. Elbette para kazanmak için :)

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

neden fotograf çekiyoruz

Filmli makineler zamanından kalmayım. Siyah beyaz ILFORD'la çektiğim karelerin bir bölümü duruyor hâlâ. Film banyosu, kart baskısı, deklanşöre basıldığı anda film üzerine sabitlenen karenin baskı sırasında değişikliklere uğratılması... Hepsi hoş, güzel anılar oldu artık. Başlıktaki soruyu, neden fotograf çekiyoruz sorusunu son zamanlarda daha çok soruyorum.  Bulduğum bir kaç yanıt var. Sizlerin yorumlarını da merak ediyorum. İşte benim yanıtlarım: İleride dönüp o anı hatırlamak için.   Orada bulunduğumuzu göstermek için. Herkes çektiği için.