Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
2013, Aydın / Türkiye |
Kısaltmalar ile konuşmaya ben de alışıyorum. Başlıktaki kısaltmanın anlamına geçmeden kısaca bir anımı paylaşayım. Üniversite yıllarında, manyetik dersinin sınavında bir arkadaş PM nedir diye sordu, gözetmenlik yapan profesöre. Pek esprili bir hocaydı, kulakları çınlasın. Şimdi dedi, PM'in nerede kullanıldığına bağlı, ne anlama geldiği. Mesela, Prime Minister demek olabilir, ya da öğleden sonra anlamına gelebilir. Ancak, bu derste ve bahsettiğin soruda bu iki anlama da gelmiyor.
EBU, Avrupa Yayın Birliği; PTS ise Production (Üretim) Teknoloji Semineri kelimelerinin baş harfleri. EBU'nun her yıl düzenlediği ve yayıncılık dünyasının üretim kısmına ait güncel teknolojilerin tartışıldığı bir seminer. Tahmin edebileceğiniz üzere bugüne kadar EBU binasını görmüş değilim. Haliyle PTS'e de katılmadım. Bununla birlikte, 26-28 Ocak 2016 tarihlerinde Cenevre'de düzenlenecek PTS'in programına bakıp, Avrupa'da yayıncılık dünyası neleri takip ediyor diye bir değerlendirme yazısı yazabilirim. O zaman buyurun, PTS 2016 programına yakından bakalım:
İlk gün sunumlarına bakıldığında, arşiv ve metadata ile içerik aramaları konusunda sunumlar dikkat çekiyor. Bigdata olarak adlandırılan, bilgi teknolojisi dünyasından kavramının yayıncılık için de kullanıldığını görmek ilk başta şaşırtıcı gelebilir. Ancak, tüketimin lineer'den isteğe bağlıya kaydığı gerçeği akla geldiğinde, binlerce içerikten hangisini isteyeceğini seçimde, izleyiciye yardımcı olabilmek önem kazanıyor. Metadata ve bigdata burada devreye giriyor. Gene ilk gün dikkat çeken bir başka konu Live HDR. HDR, high dynamic range kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kavram. IPhone 6 model telefon sahipleri çektikleri fotograf karelerinden aşina oldukları görüntüleri TV ekranlarında da görebilecekler HDR ile. Daha geniş bir aydınlık penceresinde ayrıntıları görebileceğiz. Stadyum üzerinde kuvvetli bir güneş varken saha içerisine düşen tribün gölgesinde bile topu ve oyuncuları seçebileceğiz örneğin. Bir bakıma 4K'yı 2160p'den öteye taşıyacak bir özellik.
İkinci gün, sanal gerçeklik konusuna ayrılmış bir yarım gün ile başlayacak. Sanal gerçeklik, yayıncılığın bir çok alanında kullanılacak gibi görünüyor. Gelişen IT tabanlı sistemler ve grafik güçleri, farklı açılımlara olanak tanıyor. Bir başka önemli konu, ses teknolojilerindeki gelişmeler. Nesne yönelimli ses, yakın geleceğin sıcak konularından. Maç izlerken spiker sesi ile tribün sesinin seviyelerini evde ayarlayabilmemize olanak sunacak Object Oriented Sound. Bugünden yarına olacak bir şey değil elbette. Henüz 5.1 ile kodlanmış sesli yayının bile nadiren yapıldığı düşünüldüğünde OOS, geleceğin teknolojisi denebilir. Loudness, ülkemizde hiç dikkat edilmeyen bir başka konu. EBU'nun konu hakkında bir tavsiyesi var. Stüdyolar IP tabanlı hale gelecek. Bu konuya dair bir kaç sunum olacak. SDI'dan IP'ye dönüşüm bugünden yarına olmayacak ancak geleceğin ne olduğu bugünden belli.
Son gün ise iş akışları ve UHD konularına ayrılmış. HbbTV de sunumlar arasında. Olur da etkinliğe gitme olanağınız olursa diye kayıt ve program bilgilerini aşağıdaki bağlantıda bulabileceğinizi belirteyim:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.