Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

Sıradışı Paris Rehberi'nden bir Paris blogu: Paris Mektupları: Aslı ULUSOY PANNUTİ söyleşisi

Aslı ULUSOY PANNUTI
Bu söyleşi işini gerçekten sevmeye başladım. Hele bir de Aslı ULUSOY PANNUTI gibi, kısa sürede yanıtları gönderen birisiyle söyleşi yapmak çok daha keyifliydi. Buradan, aylardır yanıt gönderecek olanlara da "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" demiş olayım. 

Aslı hanımı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarıyla tanıdım. Paris'e yerleşmeye gideceğimiz belli olunca, evdi, çocukların okuluydu soracak çok soru oluştu birden. Bu işleri bilen birisi kimdir sorusunun yanıtı oldu Aslı hanım. Sağolsun o zaman tanıştırdığı Elvan UZEL MATEO, deyim yerindeyse Paris'teki elimiz ayağımız oldu. Onun vesilesiyle hazırladığımız dosyamız, ilk hafta içinde evimizi tutmamızı sağladı mesela, ki Paris'te bir iki günde kiralık ev ayarlamak öyle herkese nasibolmuyor. Ev kiralamak işi de, pek çok diğer iş gibi, tam Fransız usulü :) 

Aslı hanım, Paris'te eşlikçi rehberlik yapıyor. Ahmet Öre, Cüneyt Ayral, Nedim Gürsel gibi Aslı Ulusoy Pannuti de elektronik ortamda tanıştığım Paris sakinlerinden. Yüzyüze görüşmüşlüğümüz olmadığı gibi telefonla da görüşmedik aslında :)


Rehberlik, benim çok önemsediğim işlerden birisi. Söyleşiye geçmeden bir küçük anımı paylaşmak isterim. Prag'da bir çok butik tur var. Gidenler bilecektir, Kafka turu, Yahudi mahallesi turu, sosyalizm turu gibi. Biz sosyalizm turunu seçmiştik, kendi programladığımız Budapeşte, Prag gezimizde. Turun rehberliğini makine mühendisliğinden emekli bir bey yapıyordu. Amca sağolsun, Prag'ın sosyalist zamanını, Prag baharını, neler yaşadıklarını kendi deneyimlerini de katarak anlattı. Bir anısını da ekledi. Dediğim gibi amca, makine mühendisi, bir gün fabrika ziyaretinde bulunan dönemin Komünist Partisi'nin yetkilisini gezdirirken demiş ki "aslında bizim de yarı iletken teknolojisine yatırım yapmamız gerekir". Bilmeyenler için bir açıklama yapayım. Bu entegre denilen, çip denilen küçük silikon devre elemanları yarı iletken olarak adlandırılır. KP yetkilisi, "Yoldaş, demiş. Başkasının ne yaptığı bizi ilgilendirmez. Biz komünistler işi yarım yapmayız, biz tam iletken fabrikası kuralım."

Bu anıyı, hiçbir blogda okumayazdım, hiç bir gezi rehberinde yer almazdı. Aynı şekilde amcayla dolaşırken anlattıklarını dinlemesem, Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabını da bu kadar iyi anlayamazdım. Bu yüzden rehber, ancak gerçek bir rehber, size çok şey katacaktır. 

Soruları her zaman olduğu gibi önceden gönderdim, Aslı hanım yanıtladı ve yanıtlarda değişiklik yapmadan, fotografları ekleyerek yayınlıyorum. Sorması benden, yanıtlaması söyleşi sahibinden :) Bu bilgiyi neden vurguladım, söyleşiyi okuyunca göreceksiniz...

Bu arada, Aslı hanımın da yer aldığı grup fotografını eken Mehmet Bayrakçı. Diğer tüm fotograflar Aslı Ulusoy Pannuti'ye ait. 
kilit takılan köprünün kilitlerinden arındırılmış hali

-Öncelikle hayırlı olsun  www.parismektuplari.com adresli blogunuz.. Sizin bir de uzun süredir www.siradisiparisrehberi.com isimli bir siteniz var. İkisi arasındaki en büyük fark ne olacak, blogda nelere yer vereceksiniz?

Evet, büyük bir heyecanla hazırladığım, ortalama iki günde bir yenilediğim bir blog ‘parismektuplari’. Paris turlarını yaptığım neredeyse tüm arkadaşlar, uzun süredir aşağı yukarı aynı şeyi söylüyorlardı: “Paris’i, hikayelerini, buradaki hayatı ne kadar güzel anlatıyorsunuz! Gazeteciliğinizi ve rehberliğinizi birleştirdiğiniz bir blog yapmanın zamanı artık!” Gerçekten de hep söylerdim, ben gece gazeteye yazıp ertesi gün turda anlatıyorum diye. Yaklaşık altı yıldır hazırladığım ‘siradisiparisrehberi’ ise daha çok rehberlik kokan bir çeşit kartvizit benim için. Yani şahıslar ya da gruplar, bazen de acentalar bana bu site yardımıyla ya da gazetelerde yayımlanan yazılarımdan ulaşıyorlardı. Rehberlik sitemde de Paris’e ilişkin çok şey yayımlıyorum ama dediğim gibi daha çok pratik hayat ve rehberlik bilgisi ağırlıklı bu metinler. Artık buna ek olarak, sürekli yeni bir konunun heyecanını duyduğum bir blog hazırlamanın zamanı gerçekten de gelmiş, yapınca gördüm. Parismektupları benim için bir çeşit ‘Paris-Fransa gazeteciliği’ aslında. Yani Cumhuriyet, Hürriyet Seyahat başta olmak üzere çeşitli yayınlara yazdığım haberlere benzeyen ama kimi zaman da gerek kullandığım üslup, gerek seçtiğim konular, gerekse yazı uzunlukları itibariyle onlardan tamamen farklı metinlerden oluşan bir yayın alanı! Üstelik blogda bir gazete ya da dergi yazısındaki vuruş ya da sayfa sınırlamanız olmuyor. İstediğiniz kadar fotoğrafı, istediğiniz uzunluktaki yazıyla kullanıyorsunuz. Blogda çok dikkat ettiğim bir şey de, tıpkı siradisiparisrehberi.com’da olduğu gibi, çoğu zaman kendi çektiğim fotoğrafları kullanmak! Eğer bu olamıyorsa, profesyonel fotoğrafçıların konuma ilişkin basın dosyası içinde verilen fotoğraflarını kullanıyorum. İnternette bulunmuş fotoğrafları çok çok mecbur kalmadıkça almıyorum. Ayrıntı gibi görünen bu noktanın ciddi blogları ve siteleri diğerlerinden farklı kıldığına inancım tam çünkü.

Parismektuplari’nin konuları hayli çeşitli: ‘Paris’te ve Fransa’da günlük hayatın yanı sıra gelenekler, tanıklıklarım; burada illa ki görülmesi gereken mekanlar, tadılması gereken tatlar; Paris’teki ilginç sergiler, etkinlikler..’ Ayrıca bir gazetenin kitap ekinde yer alabilecek türden ‘Okudum’ başlığı altındaki yazılar.. Her zaman değilse de çoğu zaman Paris ve Fransa’ya değen ya da Fransa ayaklı olup da Türkiye’ye uzanan hikayeleriyle bu kitapları kuru kuru tanıtmak yerine, yazarlarıyla söyleşiler yaparak, konuyu canlı tutmak başlıca endişem. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’ndeki öğrenciliğimden beri, yani tam 22 yıldır ana kaygım bu zaten: Yazdıklarım okunsun, okuyanlar heyecanlansın ve takdir etsin! Paris turu istemek için arayıp da tura geldiklerinde hep söylerler, “Elektriğiniz, heyecanınız telefondan geçiyor” diye.. İstiyorum ki bu heyecan blogumdan da geçsin; insanlar okudukça şaşırsın, merak etsin, kalpleri hızlansın! 
Atlı karınca, Paris'in sembollerinden. Her köşe başında, metro duraklarında, mahalle aralarında vardı.

-Paris'e çok farklı amaçlarla gelenler oluyordur eminim. Ülkemizde Fransız okullarının öğrencilerinden, aşk kenti ziyaretçilerine, Disneyland tutkunlarından, Printemps alışverişi severlere.. Hem farklı beklentiler, hem farklı gelirler, hem de farklı kültürel birikimler. Öncelikle bu tespitime katılıyor musunuz? Bağlantılı olarak bu farklı beklentilere yanıt vermenin zorlukları oluyor mu?

Bu açıdan dünyanın en güzel mesleklerinden birini yapıyorum: Türkiye’deyken bir araya gelmem, aynı ortamda bulunmam belki de imkansız yüzlerce ortamdan insanla buluşuyor, onların birkaç günlüğüne de olsa özellerini görüyor, tanık oluyorum. “Neden Türkiye’deyken bir araya gelmeniz imkansız olurdu?” derseniz, hepimiz içinde bulunduğumuz meslek ve sosyal hayat çerçevesinde, belli bir profilden gelen kişilerle yaşıyoruz çünkü. Evimizin kapıcısından, bindiğimiz dolmuşun şoföründen, gittiğimiz hastanenin doktorundan söz etmiyorum. Onlarla birlikte değiliz, hayatlarımız zaman zaman kesişiyor sadece. Benim bir araya gelmekten, birlikte olmaktan kastım zamanı paylaşmak, ne bileyim bir yapının karşısında hissettiklerimizi birbirimize söylemek ya da yemek seçimlerimizi birlikte yapmak mesela.. Kişilik özelliklerimden de kaynaklanan bir avantajım var bu konuda. Sıcağım, iletişimim kolay ve elektriğim çok kolay geçiyor insanlara. Bazı arkadaşlar bunu gazetecilik tecrübeme de bağlıyor, mümkündür. Türkiye’de çok yüksek kademelerde bulunan, ‘fiyakalı’ kartvizitler taşıyan arkadaşlarla da, dokuz yaşındaki bir minikle de ortak, rahat dil yakalayabiliyorum. Bir de çok meraklıyım, merakım özel hayat, dedikodu vs üzerine değil. İnsanlar evde ne pişirirler, hangi şarkıları dinler hangi türkülere ağlarlar, çocukluğumdan beri hep merak ettim. (Gazeteciliği meslek olarak seçmem ya da bir yabancıyla evlenmem de bundan sanırım.) İnsanlardaki bu yaşam ve kültür farklılığı benim için ciddi bir merak, heyecan konusu oldu hep! O farklı kültürler, farklı beklentileri de getiriyor tabii beraberinde, iyi ki zaten!.. Böylece her gün Eyfel’e çıkıp Seine nehrinde tekne turu yapmak zorunda kalmıyor, işimi klasik rehberliğe dönüştürmüyorum.

Bu farklılığın bir güzelliği de bende yarattığı insani zenginlik muhakkak! Kaç gün sürerse sürsün Paris turlarımız sırasında sürekli kültürel bir alışveriş yaşanıyor çünkü. Bir gün İstanbullu Musevi bir aileyle Paris’in Yahudi Mahallesi diye bilinen Marais sokaklarındaki gözlerden uzak sinagoglardan birine gidip, duayı izleyip, sonunda sinagog görevlisinin Fransızca konuşmalarını Türkçe’ye çevirirken; bir başka gün Mardinli Süryani bir aileyle Paris’te bir Ortodoks Kilisesi’nin peşine düşüyorum. Ya da Türkiye’den, Almanya’dan gelen Müslüman bir aileyle Paris Camii’nde Cuma namazına gidiyorum; Fransızca vaazda anlatılanları çıkışta Türkçe aktarıyorum vs.. 
Paris'te müstakil ev

Bu kültürel zenginleşme benim için sadece dini anlamda olmuyor tabii. Türkiye’de üst düzey yöneticilik yapan ve geçenlerde Paris turlarıma eşiyle gelen bir bey, “Siz de gurbetçi sayılırsınız. Önce İran’a, ardından Amerika’ya giden ablamın hayat hikayesinin ilginizi çekebileceğini düşündüm” diyerek ablasının yazdığı özyaşam öyküsünü getirdi, nefessiz okudum ve hemen parismektuplari’na yazdım. Birkaç gece uykumu bölecek kadar etkilendiğim bu yaşam öyküsünü, Paris ya da Fransa ile hiç ilgisi olmadığı halde herkesle paylaşmalıydım çünkü!

-Siz Fransa’da 1 okul yılı eşlikçi rehberlik okuluna gitmişsiniz, hem de yatılı! Biraz bahsedebilir misiniz, aldığınız eğitim neleri kapsıyordu?

İtalya’dan Fransa’ya gelip de İtalyanca’dan sonra Fransızca öğrenmek zorunda kalan biri olarak aşılması gereken kocaman bir dağ daha bekliyordu beni: Kendime uygun bir meslek bulmak! Anadilimde yaptığım gazetecilik mesleğimi sonradan öğrendiğim Fransızca ile yapmam mümkün görünmedi bana. Bazen kabusa dönen, yeni bir meslek arama dönemimde çeşit çeşit insanla karşılaştım. Fransa’da işsizleri öncelikle iş bulma kurumuna yönlendiriyorlar. Orada çeşitli danışmanlarla görüşüyorsunuz. İş bulma kurumu benim gibi üniversite eğitimli Türk, İtalyan, Polonyalı aklınıza gelebilecek her türlü milletten arkadaşla karşılaştığında genellikle duvara tosluyor. Çünkü yakın zamana kadar sadece ‘işçi’ statüsünde göçmenler gelmiş buraya. Genel ekonomik krizle, nitelikli insanlar da göç edip, iş arar hale gelince kurum, onlara ne önereceğini bilemez olmuş. Sonuçta bu nitelikli insanları inşaatçılık, temizlikçilik, çocuk bakıcılığı gibi temel işlere göndermekten kendileri de çekiniyorlar. Bu durumlarda, konuya daha uzmanca yaklaşan çeşitli derneklere yöneliyorlar. İşte beni görmekten ve bir şey önerememekten bıkan (gülüyor) sosyal asistanımın bu türden bir derneğe yönlendirmesiyle tanıştım Erica ile. Bu çok sempatik ve çok genç hanımla, geçmişim, tecrübelerim üzerine konuşurken minik bir liste çıktı ortaya: Gazetecilik mesleğinden geliyordum, üç dil konuşuyordum, insan ilişkilerim çok rahattı ve genel kültürüm iyiydi. Derken bir gün, Allah tarafından gelen bir mesaj gibi, sabahın 5’inde ‘Rehberlik okusam!’ fikriyle uyandım. Bu fikrimi eşimi uyandırıp da söylediğimde hayli eğlendi, “Sen sağını solunu bilmiyorsun, rehberliği nasıl yapacaksın!” diye.. Ama onu dinlemedim ve Erica’ya düşüncemi açıkladım. Hemen yanımda okul araştırmaya başladı ve Paris dışında bir okul buldu. Temmuz sonuydu. Okula kaydolabilmek için açılan sınava acilen başvurmalıydım, çünkü Fransa Ağustos’ta tüm kurumlarıyla tatile girer, hayat durur burada! Sınavı başarıyla geçtim. Evimize iki saat uzaklıktaki bu okulda yatılı okuyabilecektim. Eylül ayı geldiğinde elimde minik valizimle okula gittiğim o günü hiç unutamam. Soğuk, gri bir gündü. Yetişkinlere yönelik eğitim programlarının uygulandığı bu devlet okulunda, Fransa’nın dört bir yanından gelen Fransızların yanı sıra bir Arap ve bir de İtalyan arkadaşım vardı. O yedi buçuk ay çok renkli geçti. Fransız sanatı ve tarihi, Fransa’daki önemli turistik sit alanları başta olmak üzere, turizm yasası ile bu yasa kapsamında oluşturulmuş, Fransa’nın çok kıymet verdiği turizm ofisleri, seyahat organizasyonu, acentacılık, tur hazırlama yöntemleri, harita okuma gibi birbirinden farklı konularda gördüğümüz eğitim sırasında, ülkenin gözbebeği mekanlara da hocamız eşliğinde turlar düzenledik. Eğitimimizin sonunda yurtdışına bir seyahat düzenlememiz gerekiyordu. Uçaktan otele, ülke içi ulaşıma, yemeğe, bütçeye tüm ayrıntıları biz düşünmeliydik ve böylece topluca Budapeşte’de bulduk kendimizi. Budapeşte’deki meşhur Gül Baba türbesinde, ki o sıralar kapalıydı ve gitmeden önce turum için Turizm Bakanlığı’ndan aldığım izinle özel olarak açtırmıştım,  Fransızlara ezan kaydı dinlettirdiğim, Osmanlı hamamlarını gezdirdiğim ‘Budapeşte’de Osmanlı izleri’ başlıklı turum çok heyecan vermişti bana. Hocamızın ve tura katılan öğrenci arkadaşlarımın takdiriyle karşılaşmıştı. 
Sokak sergisi

Eğitim sonunda bir buçuk aylık staj zorunluluğu vardı. Türkçe ve İtalyanca turlar düzenleyen Paris’teki bir seyahat acentasındaki staj dönemim çok güzel geçti. Sanırım onlar da benden memnun kaldılar ki, bedava olması gereken stajımın sonunda bir ücret ödediler bana. Fransa’da turizmden kazandığım ilk paraydı, hiç unutmam. Okulum bittikten sonra da onlarla grup ve münferit turlarında çalıştım; sonra ise kendi kanatlarımla uçmaya başladım.

Aldığım eğitimin adı ‘eşlikçi rehberlik’. Sarkozy zamanında ‘masraf oluyor’ gerekçesiyle kapatılan okulum kokart vermiyordu, çünkü müze rehberliğine değil, şehir rehberliğine ve seyahatlerde eşliğe hazırlıyordu. Bir ara müze rehberliği için Paris ve yakınlarındaki çeşitli üniversitelerde yapılan eğitimlerden birine katılmayı da düşünmedim değil. Bu işi iyi yapan bir İtalyan arkadaşım beni çok teşvik etti bu konuda. Ama ne yalan söyleyeyim, günlerimin müzede geçeceği, her gün aynı tablolaları, aynı heykelleri ve onların yaratıcılarını anlatacağım, kapalı alanla sınırlı bir hayat değil benim hayalim. Gazetecilikte de rehberlikte de aradığım şey hep farklı konular, farklı temalar çerçevesinde çalışmak. Üstelik bu durum eşlikçi rehberlik eğitimi sırasında aldığımız sanat tarihi dersleri konusunda kendi kendime derinleşmemi de engellemiyor.

-Paris'i Türkçe anlatan birden fazla blog var. Kimilerinde, birçok pratik bilgi de içeriyor. Bu tür sitelerin, blogların rehber taleplerine etkisi oluyor mu? 

Doğrusu başta bu türden blogların rehberlik talebini etkileyebileceğini sanıyordum. Oysa zaman içinde gördüm ki bu tahminim doğru değil! Çünkü bu blogların sıkı takipçilerinin çok büyük bir bölümü rehber arayışında değil zaten. Onlar kendi kendilerine gezmek istiyorlar. Bu yüzden Paris’e gelmeden önce saatlerini, pratik, günlük yaşantı bilgileriyle dolu bu blogları okumaya ayırıyorlar. Bakın şimdi, bana geçenlerde yıllarca Amerika’da yaşamış, biri Robert Kolej mezunu, diğeri St Joseph’li bir çift geldi. Bu insanlar gerek İngilizce’ye, gerekse Fransızca’ya son derece hakimler, ilk bakışta rehber almazlar gibi geliyor insana. Oysa ki bir değil, üç günlük tur aldılar. Turumuzun sonunda dayanamayıp sordum: “Siz dillerinizle, Amerika’dan gelen metro ve harita okuma kültürünüzle Paris’te bensiz, rahat rahat dolaşabilirdiniz. Neden beni tercih ettiniz?” diye... Güldüler: “Tabii ki sizsiz gezebilirdik ama biz sizinki gibi hikayeli, sürprizli bir tur istiyorduk” dediler. “Siz rehbersiniz ve bu şehri bir rehber olarak tanıyorsunuz, hatta bununla da kalmayıp Paris’i, ona ilişkin hikayeleri oturup gazeteye yazıyorsunuz. Bizim dil bilgimiz ya da harita okur halimiz, sizinle yaptığımız turun yerini nasıl tutabilir!” Başka bir örnek vereyim. Geçen kış dans eğitimi için yıllarca Paris’te yaşamış Tan Sağtürk 90 kişilik okul grubuyla geldi, 2 otobüs gezdik. Paris’i çok iyi bilen biri Tan Bey. Başta çok mesafeli dururken turun sonlarına doğru herkesin önünde, “Kafamdaki olumsuz rehber imajını yerle bir ettiniz. Paris hakkında bilmediğim ne çok şey öğrendim sizden” dedi. Şimdi bu şunu gösteriyor: Pratik, günlük hayat bilgisi ya da sadece Fransızca bilen insan arayışında olmayıp, şehri anekdotlarıyla, ilginçlikleriyle dinlemek, rehberle gezmek isteyen bir kitle hep olacak! Yaptığım iş çok insani bir şey. Bu şehrin bilgisini, burada edindiğim hayat tecrübesini aktarırken sesime, gözüme yerleşen duyguyla dinliyor gelen kişi. Zaten o yüzden boynuma sarılıyorlar ayrılırken, “Artık Paris sen, sen Paris demeksin bizim için” diye..
Aslı hanım sağ başta



Ha bakın, bu türden blogların rehberliğe olumsuz etkisi nasıl olabilir, onu anlatayım. Eğer blog sahipleri, belli bir okuyucu güveni kazanıp, sadece yakın arkadaşlık ettikleri rehberleri ya da rehberlikle ilgisi olmayan dostlarını bu ‘piyasaya sokma’, onları bir çeşit ‘pazarlama’ eğilimine kapılırlarsa tehlikeye dönüşebilir tabii ve bu olmuyor değil. Sık yaşanan bir şey bu ara. Öyle ki Türkiye’de rehberlik eğitimi almış ve sadece Türkiye rehberliği yapma izni veren kokartları olan rehberler, Fransa’da çok daha uzun süren kokartlı rehberlik eğitiminden geçmiş gibi sunulabiliyorlar, blog sahibinin vicdanına kalıyor yani.. Bana kalırsa büyük sahtekarlık! Ya da ‘Turizmde para varmış’ düşüncesine kapılan ve meslekle hiç ilgisi olmayan birtakım kişiler, bu blog sahiplerinin gazlamasıyla piyasaya itilebiliyor. Zaten bu konuda şöyle bir tespitim var benim; “Fransa’ya yerleşen tahsilsiz Türkler kebapçı, biraz mürekkebe bulaşmışlar rehber oluyorlar” diye. Yine de sonuçta ne sunduğunuza bağlı her şey. Blogger desteğiyle bir gün, iki gün çalışırsınız böyle.. Ama gelen insanlar aptal değil, hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunu hemen anlıyorlar.. “Paris’e daha önce üç kez geldik, hep rehberle gezmiştik ama siz bambaşkasınız!” yorumunu öyle çok duyuyorum ki...

Yorumlar

  1. Merhaba Özgür, yine çok güzel bir röportaj olmuş tebrik ederim. Aslında sadece bir tebrik mesajı yazmak isterdim ama dün gece bu röportajı okuduğumda, son soruda adım ve web sitemden bahsediliyordu. Görüyorum ki adım ve Pariste Net linki kaldırılmış, sağlık olsun. Bana ulaşmak isteyen zaten Google ile ulaşıyor, ayrıca vaktiyle yaptığımız röportajda link desteği vermiştin, bu vesileyle onun için tekrar teşekkür edeyim.

    Ama görüyorum ki o sorunun cevabında Aslı Hanım kokartlı tur rehberliğini yanlış lanse ettiğimi söyleyerek, ünlem işaretini de esirgemeyerek "Bana kalırsa büyük sahtekarlık!" gibi iddialı bir ifade kullanmış. Evet, adım sonradan silindiği için şimdi bu bana söylenmiş gibi durmuyor ama üçümüz de "sahtekar" olarak kimi kastettiğini biliyoruz :) Buradan bana cevap hakkı doğduğunu düşünüyorum. Uzun yorum okumayı sevmeyenler için yazımın linkini vermek isterdim ama sistem link kabul etmiyor :) Yazıya Pariste Net’in ana sayfasında sağdaki kolonda “TUR REHBERLİĞİ HİZMETİ” yazısından ulaşılabilir, bu yazıyı okuyup benim konuyu nasıl anlatmaya çalıştığım, Aslı Hanım'ın yazılanları nasıl gördüğünü okuyucular kendileri değerlendirebilirler.

    Yazının bundan sonrası detay severler için:

    Öncelikle, bildiğin gibi yaklaşık iki yıldır Paris'e gelecek olan Türk turistler ve Paris'te yaşayan Türkler için daha önce yapılmamış bir şeyi yaparak, zengin Türkçe içerikli Paris Gezi ve Yaşam Rehberi olan Pariste Net’i hazırlıyorum. Bu blog hiçbir zaman profesyonel bir rehberle şehri tanımanın yerini tutmaz, bunu yazılarımda defalarca belirttim ama şehri kendileri keşfetmeyi arzu eden kişiler için de çok işe yarar bir şey yaptığıma inanıyorum. Ocak 2014’ten bu yana, klasik ve alternatif Paris hakkında 330 konu hakkında yazı yayınladım ve Aralık 2015 tarihi itibariyle bu yazılarım toplamda 1.100.000 kere okundu. Gerek blog, gerek sosyal medya hesapları gerekse mail aracılığı ile sayamayacağım kadar çok kişinin sorusuna, bazı insanların -haklı olarak- danışmanlık ücreti talep edebilmesi söz konusuyken, tamamen ücretsiz ve gönüllü olarak yanıt vererek insanlara yardımcı olmaya, bu şekilde büyük bir boşluğu doldurmaya çalışıyorum.

    Okuyucuyla aramızda uzun sürede emek emek inşa ettiğimiz bir samimiyet oluştu. Hiçbir zaman "Paris'i en iyi ben bilirim" iddiam olmadı ama "bildiğim Paris'i herkesle sonuna kadar paylaşırım" idealinden de hiç vazgeçmedim. Bazen çok az kişinin bildiği bir sokaktan, bazen şehir içi ulaşım ile ilgili hayat kurtaracak ipuçlarından, bazen çok sevdiğim bir türk restoranından gönül rahatlığıyla bahsedebiliyorum. Gün geliyor çevremde tanıdığım çok kaliteli insanların, okuyucuların işine yarayacağını düşündüğüm özelliklerini çekinmeden duyurabiliyorum.

    Bildiğim kadarıyla Paris'teki Türkler arasında bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda gerçek tur rehberi yaşıyor. Aslı Hanım da bunlardan biri ve kendisini çok takdir ederim. 22 yıllık gazeteciliğini tur rehberliği ile harmanlayarak çok güzel işler çıkardığına inanıyorum.

    Sanıyorum kendisi yukarıda linkini verdiğim yazıda "yedi yıldır Paris'in kalbinde, belki de en güzel yeri olan Montmartre’ta yaşıyor ve Paris'te sayısı üçü beşi geçmeyen Türk tur rehberlerinden biri. Eğer yanlış bilmiyorsam, Paris'te ikamet eden Türkiye'den kokartlı tek rehber de kendisi" satırını yanlış anlamış ya da yazıda altını çizmiş olduğum halde ben düzgün ifade edememişim diyelim.

    Yazının bundan sonrasını ikinci bölümde devam edeyim, sistem uzun yorum kabul etmiyor :)

    YanıtlaSil
  2. Yorumun devamı:

    Bir turizm profesyoneli olarak Aslı Hanım da takdir ediyor olmalı ki Paris'te yaşayan, 25 yıldır Türkiye'den kokartlı bir turizm profesyoneli, mesleğin duayenlerinden biridir. Kaldı ki bu kişi yakın dostum olduğu için bana tur rehberi soranlara tereddütsüz önerebileceğim bir isimdir. Yazımın hiçbir satırında kendisinin Fransa'dan kokartlı olduğuna dair bir ima/ifade/yorum bulunmamaktadır. Kaldı ki -yine bildiğim kadarıyla- Aslı Hanım dahil Paris'te yaşayan Fransa'dan kokartlı tek bir Türk rehber bulunmamaktadır (Bu konuda yanılıyor olabilirim, o yüzden "bildiğim kadarıyla" ifadesini özellikle kullandım).

    Yazımda belirttiğim "Türkiye'den kokartlı rehber olmak" ise Türkiye ile Fransa arasında turizm organizasyonları yaparken Türkiye koşullarını ve profesyonel turizm ilişkilerine hakim olma avantajını sağlar, bu nedenle bence ön plana çıkarılması gereken bir özelliktir. Böyle değerli bir insanı sosyal medya aracılığıyla tanıtmaksa benim için onurdur. Kaldı ki bu sadece kişisel bir ayrıcalık tanımak değil çünkü çevremde turizm sektöründe çalışıp da bana en iyi tur rehberi olarak önerdikleri isim de hep aynı olmuştur.

    Paris küçük bir yer ve dediğim gibi burada yerleşik, eli yüzü düzgün, işini bilen yetkin tur rehberlerinin sayısı bir elin (hadi iki elin diyelim) parmağını geçmez. Bence bu rehberler işbirliği yapıp örgütlenmeli ve güçlerini birleştirmelidir. Kaldı ki her birinin artı değeri farklıdır, bir insan Paris’e 10 kere gelse ve her seferinde bir diğerinden hizmet alsa, hepsinde bambaşka pencerelerden bakarak şehri tanıma zevkini yaşayacaklardır. Üstelik her ay binlerce Türk turistin geldiği Paris'te bir rehber ayda maksimum otuz iş alabilir. Yani demem o ki Paris'te işinin uzmanı herkes işini rahatlıkla yapabilir.

    Bugüne kadar Pariste Net'te biri 25 yıllık profesyonel tur rehberi diğeri de Aslı Hanım ve benim yaşlarımız kadar gazetecilik yapmış, bir o kadar yıl da Paris'le içli dışlı olmuş, Paris üzerine pek çok kitabı olan, hatta son kitabında bana da bir bölüm ayırarak beni onurlandıran gazeteci-yazar-şair-iş adamı-küratör gibi sayamayacağım kadar çok özellikleri olan müthiş değerli bir insan hakkında bilgiler paylaştım. Kaldı ki ikinci isimin sadece yazarlık yönüne ve Paris hakkında yazdığı son kitaba değindim, düzenlemekte olduğu kültür turlarını tanıtmaya daha sıra bile gelmedi. Çünkü blog'ta Paris hakkında blog'ta yazacak o kadar çok şey var ki...

    Zaman içinde samimiyetimiz ilerlediğinde Pariste Net'te Aslı Hanım'ı da tanıtan bir yazı yazmayı hayal ediyordum ama bugün fark ettim ki beni Facebook arkadaşlık listesinden silmiş :) Zaten o yüzden bu yazıda kendisinden Aslı Hanım diye bahsetmeyi uygun gördüm. Oysa ben aramızda birbirimize "Ahmet-Aslı" diye hitap edebileceğimiz samimiyeti bunca zamandır kurduğumuzu düşünüyordum; fazla iyimsermişim…

    Dediğim gibi, Paris küçük bir yer, yarın öbür gün yolda yürürken ya da verilen bir resepsiyonda karşılaştığımızda tebessüm edip selamlaşacak kadar yüzyüze bakacak payı bırakmayı önemsiyorum. O nedenle yukarıdaki “sahtekarlık” iddiası ve “Fransa kokartı” ifadeleri düzeltildiği takdirde bu yorumumun silinmesinde bir mahsur yoktur, zira niyetim polemik yaratmak değil.

    Sevgili Özgür, yukarıdaki röportajda "sahtekarlık"la itham edilmemiş olsam ve yazımla ilgili yanlış anlaşılmış o ifade yer almasa inan bu kadar yazmazdım. Ve tabi bu röportajı lafının nereye gittiğini bilmeyecek biri ile yapmış olsan -ki zaten yapmazsın- o zaman da kullanılan ifadeleri önemsemezdim. Oysa ki Aslı Hanım kelimelerin anlamlarını ve gücünü gayet iyi bilecek kadar deneyimli bir gazetecidir. O yüzden ben sadece bu konudaki yanlış anlaşılmaya açıklık getirmek istedim.


    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Ahmet bey her zamanki kibarlığınızla yanıtlamışsınız. Anlaşılan Paris tüm dünyaya yetmiş ama on tane Türk rehbere yetmemiş...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...