Ana içeriğe atla

Bir başka Paris Rehberi: Faruk Uraz söyleşisi

1. Öncelikle söyleşi teklifime bu kadar kısa sürede yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk soru biraz klasik olacak ne yazık ki. Faruk Uraz'ı ben Paris'te yaşayan, Türkiye'de doğup okumuş birisi olarak biliyorum. Siz bu kısacık bilgiye neler eklemek istersiniz. Aslında kendinizi ve yaptığınız işi kısaca tanıtmanızı istesem. Dilerseniz, uzun uzun da anlatabilirsiniz elbette. Sayfa sınırımız yok :)
Faruk URAZ, Paris, Meclis Binası önü, Seine nehri kıyısı

Sizin tabirinizle Türkiye'de doğup okumuş birisi olarak Fransa’ya gelmiş olmak önemli mi bilmiyorum ama galiba bir şans. Diğer olasılıkta  iki ülke arasında sıkışıp kalma riskiniz  birazcık daha fazla. Bu anlamda bir dönem Normandiya’da öğrenci olarak yaşamış birisi olarak Fransa’nın başka bir bölgesinde değil de Paris’te yaşıyor olmaktan dolayı ayrıca memnunum. Paris, İstanbul gibi metropoller ait oldukları ülkelerin kimliklerini ikinci plana itebilen güçlü karakterli şehirler. Ben bir de Paris’in her yerden kolayca gelinen ve her yere kolayca gidilen bir yer olmasını severim. “Ankara’nın nesini seversiniz?” gibi oldu biraz, şöyle söyleyeyim Paris’i seviyorum ama abartmıyorum. Bu benim Fransa’ya ikinci gelişim, öncesindeki liman İstanbul’du. Şimdilik buralardayım, daha ne kadar sürer bilmiyorum…

Sanırım asil sorunuz ne işle uğraştığımdı. Yaklaşık 30 yıldır turistlerle uğraşıyorum :) Bizim zamanımızda turistin yalnızca “rehberi” olunabildiğinden bir rehberden öncelikli olarak en az bir yabancı dili idare eder düzeyde konuşması beklenirdi. Evveliyatı da var ama fransizcayı ben Polis Koleji’nde öğrendim. Hazırlık sınıfımız vardı. Hocalarımız çok iyi hocalardı… ğıPolis Koleji yabancı dil ağırlıklı eğitim veren ama yabancı dile teslim olmayan bence iyi bir liseydi, geçen yıl kapattılar. Kapatmakla iyi mi ettiler kötu mu ettilerin muhtemel cevapları siyasi mülahaza gerektirir. Biz yine rehberliğe donelim, hangi okuldan olursanız olun hazırlık sınıfları veya yabancı dilde eğitim bir dili iyi konuşmak için tek başına  yeterli olmuyor, az da olsa pratik lazım. Bu işin yabancı dil kısmı, Türkiye’yi anlatmayı öğrenmek de gerekiyor. Bence esas o iş yani Türkiye’yi anlatma işi ağırlıklı olarak pratik yaparak oğreniliyor. Bir rehber olarak dağarcığınızdaki bilgi birikimini derli toplu hale getirmek, gruplarınızla iletişimde belli bir kalite ve olgunluğu yakalamak 10-15 yıldan önce mümkün olmayabiliyor. Uzun ve yıpratıcı bir süreç.


Rehberlik mesleğine  8-12 kisilik küçük gruplara trekking ve dağcılık rehberliği yaparak başladım. Bisiklet turları rehberliği yapmışlığım bile vardır. O küçük grupların sonradan çok faydasını gördüm. Fransız kadar iyi anlamında asla söylemiyorum o başka bir şey ama Fransızcayı Fransızların konuştuğu gibi konuşmayı o turların yarattığı sıcak ortamlar sayesinde öğrendim. 1991 yılında bir vesile ile Fransa’ya geldiğimde Caen Üniversitesi’nde amatörlere yönelik Sanat Tarihi programı vardı ona yazılmak istedim. Asıl derdim öğrenci vizesi alıp askerliği ertelemekti. Programın başındaki profesör seni kabul edebilmemiz için yazılı bir sınav yapmamız lazım şu gün gel dedi. O gün geldi, gittim. Ayaküstü üç beş dakika sohbet ettik etmedik yazılıya da sözlüye de gerek yok programa kabul edildiniz dedi! Madem kabul edildik okuyayım bari dedim ve hayatımın en mazoşist, en sevimsiz öğrenme deneyimini yaşadım. Allahtan amatörlere yönelik bir yıllık bir programdı nisandan itibaren Anadolu turları başlar başlamaz dersleri ekmeye başladım. Askerlikten kurtulmak o kadar kolay değil tabi,  bir sonraki yıl kendi dalım olan Ekonomi masterına kaydoldum! Türkiye’den 3-3.5 tutturmuş olarak gelmiş olsaydım aslında müthiş bir fırsattı. Master (o zamanki adı DEA) gayet güzel geçti. Sonrasında doktoraya kabul edildim. Uzatmayayım altı ay Türkiye’de turlar altı ay Fransa’da doktora çalışmaları yürütülebilecek bir ritim değildi, doktoranın ikinci yılında kendimi öğrencilikten emekli ettim ve Türkiye’ye döndüm. 

Fransa’daki öğrencilik yıllarım aynı zamanda Türkçe rehberlikle tanıştığım yıllardır. Demek ki elime mikrofonu alıp ilk kez kendi dilimde “şurası Sol Yaka’dır, burası Sağ Yaka’dır; aman efendim Paris bu mevsimde ne de güzeldir” diyeli çeyrek yüzyıl olmuş.

2.Paris'e çok farklı amaçlarla gelenler oluyordur eminim. Ülkemizde Fransız okullarının öğrencilerinden, aşk kenti ziyaretçilerine, Disneyland tutkunlarından, Printemps alışverişi severlere. Hem farklı beklentiler, hem farklı gelirler, hem de farklı kültürel birikimler. Öncelikle bu tespitime katılır mısınız? Bağlantılı olarak bu farklı beklentilere yanıt vermenin zorlukları oluyor mu?

İsterseniz konuyu turistlerle sınırlandıralım ama Paris’le sınırlandırmayalım. Paris konusunda son söyleyeceğimi en önce söyleyerek başlamak istiyorum: Paris artık Türklerin gözünde eski Paris değil! Yurtdışına çıkıldığında ilk görülmek istenilen yer olma özelliğini kaybedeli çok oldu. Herhangi bir Avrupa turunun parçası olarak Paris’e uğrayanların yalnızca Paris için gelenlere oranı sürekli artıyor. Türk turizmi son yıllarda müthiş bir yükselişte olduğundan biz turizmciler bu göreceli gözden düşüşün vahametini henüz tam olarak kavrayabilmiş değiliz. Bugüne kadar Turk kitle turizminin hizmetine sunabildiğimiz bir tane haftalık Fransa Turu yok mesela. İçimizden birinin bunu becermesi gerekiyor. Turk pazarında Fransa ikinci İtalya olmayı fazlasıyla hak ediyor. Fransa ikinci İtalya olursa belki o zaman Paris de yeniden eski Paris olur.    

İkincisi o ya da bu turla veya münferit Paris’e gelenler Paris’in bildik klasiklerinin tamamını görmek istiyorlar ancak bu sefer de bütçe sorunu karşılarına çıkıyor. Paris çok pahalı bir şehir. Disneyland, Lido, Eyfel, Louvre, Seine Nehri Gezisi, Montmartre Tepesi vs derken 4 kisilik bir ailenin satin aldıkları paketlere dahil olmayan harcamaları bir anda 4-5 bin lirayı buluyor. Belki de en buyuk sorun bu: Paris pahalı! Paris’e Roma’dan, Amsterdam’dan daha fazla bütçe ayırmak lazım.  

Paris'te de özgürlük heykeli var. 
Son olarak otel/paket tur seçimi çok önemli. Yalnız Paris değil başka turlar için de bu söyleyeceğim geçerli, paket turları elektronik eşya gibi düşünmemiz lazım; en ucuzun üzerine asla atlamamalıyız. Gezginlere turlar arasında  mukayeselerini en ucuzun bir iki kademe üzerinden başlatmalarını tavsiye ediyorum. Haftalık turlarda merkezi olmayan oteller bir dünya gerçeğidir buna lafım yok ancak kötu niyetli tur operatörleri  seçtikleri otellerler ile bazen bile bile «ayıplı mal» satıyorlar. ”Ayıplı mal” ticaret hukukunda bir deyim. Yani size öyle bir otel veriyorlar ki o seyahat Paris seyahati olmaktan çıkıyor. En iyisi gelmeden once internette biraz şikayet araştırması yapıp kötülerden uzak durmak.

3. Siz, yanlış bilmiyorsam Türkiye'den kokart sahibisiniz. Sizden rica etsem bu kokart konusunda beni ve okuyucularımı biraz aydınlatabilir misiniz? Öncelikle kokart ne anlama geliyor? Kokartın Türkiye'den olması ile Fransa'dan olmasının ne farkı var? Kokart olmadan rehberlik yapmak olanaklı mı?
Puccini'nin evinin önü, İtalya Lucca

Bu konuda aklıma hemen Türkiye, Mısır, İtalya, İspanya gibi yıllardır turist çeken ülkeler geliyor. Bu gibi ülkeler isterler ki rehberlik faaliyetleri kendi vatandaşlarının tekelinde kalsın. Aralarında en serti biziz galiba. Türkiye’ye gelen her grubun başında Türk rehber bulundurma zorunluluğu vardır. Ayrıca bir Türk acentadan da geçmeleri gerekir. Rehber Turizm Bakanlığı’ndan kokartlı olacak, acenta Tursab belgeli olacak nokta. Kokart her şeyden evvel bir çalışma izni anlayacağınız. Avrupa’da en çok zorlandığımız İtalya’da bile bu iki zorunluluğun ikisi de yoktur, ta ki grubunla beraber şehrin merkezine girinceye kadar. Grubunu aldın, check point’ini ödedin, sonra diyelim Floransa’da grubunla beraber uygun bir noktada indin, kör bir noktada anlatım yapıp grubu serbest bıraktın yine sorun yok. Ne zaman ki anlata anlata Floransa’nın merkezini gezdiriyorsun nerede senin İtalyan rehberin derler. Lokal rehberin yanında yoksa ceza yersin. İtalya’da daha buyuk cezayı otobüsünle yanlış yere girersen veya check point'i atlarsan yersin. Her ülkenin önem verdiği şey farklı. Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Almanya, İsveç, Fransa gibi ülkeler bir iki küçük istisna haricinde rehberlik konusunda da yerel acenta konusunda da son derece liberaller, Türk rehber olarak da Türk acenta olarak da rahat çalışılan ülkeler. İtalya’da genelde iki ya da üç kez, bütçem müsait ise dört kez, ikişer saatliğine lokal rehber alarak haftalık bir turu tamamlayabiliyorum. Fas, Mısır, Güney Afrika, Tayland gibi ülkelerde muhakkak lokal rehberlerle yoğun işbirliği yaparak çalışmak gerekir. Uzak destinasyonlara veya Fas gibi egzotik destinasyonlara uzun zamandır grup götürmüyorum. Son beş yıldır yoğun olarak yalnızca Batı Avrupa turları yapıyorum. Batı Avrupa’da da durum anlattığım gibi. 

TOURS kenti belediye binası
Ben de rehber olmak istiyorum Türk gruplarına yurtdışında rehberlik yapmak istiyorum diyorsanız yapabileceğinize inanır iş de bulursanız yapabilirsiniz. Çok var yapan. Türk yasaları aksini zorunlu kılsa da caydırıcı müeyyideler uygulanamadığı için şimdilik kokartsız çalışabilirsiniz. Türkiye’de çalışmayı düşünüyorsanız kokart almanız lazım. Bizim zamanımızda lise diplomasi + iyi düzeyde bir yabancı dil + seksenli yılların Cumhuriyet Gazetesi’ni düzenli takip eden birisi kadar genel kültür yeterli idi. Sınavı kazanınca 6-7 ay kurs ve Türkiye’nin hemen hemen tüm önemli ören yerlerini kapsayan 1 aylık bir Türkiye turu ve yine bir bitirme sınavının ardından kokart verirlerdi. Ben kokartımı Ankara’da ODTÜ Ekonomi’de son sınıfta okurken aksam kurslarını takip ederek aldım. Şimdilerde üniversitelerin turist rehberliği bölümleri var. Evvelinde 3-4 yıl kadar kaçak rehberlik yapmışlığım vardır. Eğer sorunuzun içinde kimin kokartı daha değerli gibi bir soru gizli ise bu tarz mukayeseler çocukça olur. Yalnız su hususa dikkat etmek lazım, rehber ile tur lideri aynı şey değiller. Turizm sektöründe eşlikçi rehber diye bir kategori de yok laf aramızda. Türkiye’deki master eğitiminin karşılığı nasıl Fransızcada “maitrise” değil onun bir üstü ise Fransa’daki «Guide accompagnateur / Guide accompagnatrice »’ın karşılığı da rehberliğin bir alt kademesi olan tur lideridir.*
  
CERN, ATLAS istasyonu gözlem merkezi, İsviçre
Ben liberal ruhlu bir adamım. Acizane fikrim o ki kokartdı her yıl yenilenen vizesiydi, o onu yapabilir, bu bunu yapabilir gibi şeylerle uğraşmak yerine rehberlik mesleğini vergi daireleri ve ssk/bağkur gibi kuruluşlar nezdinde ciddi bir uğraş haline getirmek gerekir. Uzaktan izlediğim kadarıyla Türkiye’de bağlı olduğum meslek kuruluşları da çabalarını vergi meselesi üzerine yoğunlaştırmış durumdalar. Allah aşkına  İstanbul’da Boğaz turları artık bir klasik olmuş Murat Belge’yi denize mi atalım? Deniz deyince aklıma geldi, hala yapıyor mu bilmiyorum, Topkapı Sarayı eski uzmanlarından Deniz Esemenli’nin de İstanbul turları süperdir! Deniz Bey’i de Yedikule zindanlarına atarız  artık :)  “Benim Paris’im” kitabinin yazarı Cüneyt Ayral ile sözleştik, sağolsun tevazu gösterip kabul etti, 2015 bitmeden buluşup Paris’i konuşmak üzere bir yerlerde bir kahve içeceğiz. Kahveden sonra bir punduna getirip Cüneyt Ayral’i da Seine Nehri’ne atmayı düşünüyorum!!! Rehberlik hislerim beni yanıltmaz eminim Cüneyt Ayral’in rehberliğini yaptığı Paris turları da çok güzeldir.   

Anlayacağınız kokartlı rehberliği gereğinden fazla ciddiye alanlardan değilim, işimi elimden geldiğince ciddi yapmaya çalışanlardanım. Neticede bu bir is, tiyatro oyunculuğu, yazarlık gibi bir beceri değil.  Her iş gibi kurallarına vakıf olarak yapmaya özen gösterilir ise daha güzel olur.       

4. Son sorumu siz soracaksınız aslında :) Ancak, eklemek istediklerinize geçmeden, Paris'i Türkçe anlatan birden fazla blog var. Özellikle Pariste.Net, bir çok pratik bilgiyi de içeren bir blog. Bu soruyu sormaktan çekiniyorum ancak sormadan edemedim. Bu tür sitelerin, blogların gelen Türkiye kökenli turistlerin rehber taleplerine etkisi oluyor mu? 

Paris’e gelen turistlerin bloglardan ne ölçüde etkilendikleri ile ilgili ciddi bir gözlemim yok. Bloggerlar dünyasının cahiliyim. Böyle bir dünyaya sırt çevirmemem gerektiğini Pariste.net sayesinde öğrendim. Ahmet Ore’nin Pariste.net’i gerek estetik, gerek içeriğindeki zenginlik, gerekse gördüğü ilgi bakımından en iyisi. En çok ziyaretçi alan o , 2015’te Paris Belediyesi nezdinde tek Türkçe blog olarak kabul gören o, geçenlerde bir turizm platformu Pariste.net’i yükselen en iyi 10 seyahat sitesinden biri olarak gösterdi. Pariste.net çok iyi bir ivme yakaladı. Herkes Ahmet’in tarzını takdir ediyor; Ahmet de Allah için çok çalıştı, çok emek verdi karşılığını alacağından eminim.
Mont Saint Michel
Sorunuzun asıl kısmına cevaben blogların gelen rehber taleplerini aşağıya çektiğini sanmıyorum belki turlarla gelenlerin ekstra tur taleplerini aşağıya çekiyordur. Bundan da korkmamak lazım. Birisi size bu benim Paris’im demiş ve herşeyden önce aşkla ve cömertçe ne biliyorsa, ne yaşamışsa okuyucusu ile paylaşmış, siz de Paris’i Ahmet’in izinde keşfetmek istemişsiniz. Bir rehber olarak ben böyle bir turiste “gitme kal ne olur” demem, aksine mutlu olur ve cesaretlendiririm. 
 
Andre Citroen parkı ve parktaki balon. 15. bölgede (Paris'te yaşayan Türklerin deyimiyle 15. Paris'te) yer alıyor. Balon iplerle yere bağlı, epey bir yükseliyor.
Eklemek istediğim son bir iki şey evet var. Yalnız rehber olarak değil, bir turist, bir insan olarak çok üzülüyorum. Gidilebilecek yerlerin sayısı ne kadar hızla azalıyor farkında misiniz? Biz Saint Petersburg’u kaybettik, Ruslar Antalya’yı. Eskiden Suriye denilince akla Halep, Palmira, Şam gelirdi, şimdi Kobani, Esad, Işid geliyor. Hem baba Esad hem oğul Esad zamanında 5-6 kez Suriye’ye gittim. İnanılmaz zengin bir ülke. Burnumuzun dibindeki Fas’tı. Ben dünyanın turizm haritasını insani kalkınma endeksi gibi görüyorum: turizm var hayat var, turizm yok hayat yok. Göndereceğin turistin var zengin ülkesin, göndereceğin turistin yok fakir ülkesin. Çok değil daha bir ay önce az kalsın Paris de düşüyordu. Biliyorsunuz Fransa daha üç ay olağan üstü hal ile yönetilen bir ülke olarak kalacak!!! 
   
5. Kendi kendime soru hakkımı çok kısa kullanayım, çok uzattım. Paris’i gezmeye nereden başlamayı önerirsin? 

Tournelle Köprüsü’nden başlayın derim. Neden mi ? Cevabı çok yakında PARISTE.NET’de :)

Blogunuzda bana yer verdiğiniz için çok ama çok teşekkur ediyorum. 2016 yılında yurdumuz da dünyamız da daha yaşanılası ve daha gezilesi olsun.


* İşbu laf dokundurmanın adresi Aslı Ulusoy-Pannuti’dir. Kendisi Paris’teki en sempatik en çıtıpıtı rehberimizdir. Biraz tatlı cadı ve iyi bir gazeteci olduğundan ne kadar yazım hatam varsa kızar üşenmeden hepsini düzeltir :) Bknz / SIRADISIPARISREHBERI.COM  

Asıl ben teşekkür ederim. Vakit ayırıp yanıtladınız sorularımı. 

Bu kokart konusunu gerçekten merak ettiğim için sormuştum. Gönderme, ima yoktu :) Pek kıymetli Aslı hanımın ve Ahmet Bey'in de kulaklarını çınlatmış olduk bu vesileyle. Kendisine ve eşine, sizlere ve elbette tüm okuyucularıma iyi seneler diliyorum. 

Sizin sürprizi bozmak istemem. Ancak Tournelle köprüsü, Hıfzı Topuz'un evine gitmek için kullanılan bir köprü diye biliyorum. Nazım Hikmet, Bedri Rahmi gibi Topuz'un dostlarının şiirlerinde de geçer adı. Sizin yazınızı merakla bekleyeceğim.

Yazıdaki fotografları 2014 yılında çekmiştim. Eyfel kuleleri ve Andre Citroen parkı Paris'ten. Tours, zamanında başkentlik de yapmış bir kent. Mont Saint Michel ise meşhur bir görüntüdür aslında. İnternette arattığınızda daha etkileyici fotograflarını bulabilirsiniz. Normandiya kıyılarında. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

boşluk

"Bak ne yaptım, piramidi avucumun içine sığdırdım."   Benzeri milyon kez çekilmiş bir fotoğrafı kendi telefonuyla da kaydetmiş olmanın anlamsız gururu ve mutluluğu sesine yansıyordu. Bak diye seslenmişti ama seslendiği yerde boşluk dışında bir şey yoktu.  Hayatının tümünü kaplayan büyük boşluk. Oysa aşıklar kentine yalnız gelmek değildi planı. Bu hafta çok farklı geçecekti.  Nikahın ardından balayı için geleceklerdi Paris'e. Kalacakları oteli iki ay öncesinden ayarlamıştı. Bir haftalık tatilde gezecekleri yerleri belirlemişti gün gün, hatta saat saat.  Şimdi avucunun içine sığdırdığı piramidin yerinde sevgilisinin eli olabilirdi.  Eğer nikaha bir saat kala, bu iş olmayacak, ben vazgeçtim demeseydi.

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

kar ve

Gördüğünüz fotoğrafı 2020 yılı Ocak ayında Ankara'da çekmiştim. Bu kadar çok olur mu bilmiyorum ama hava tahminleri yanılmazsa, salı ya da çarşamba günü İstanbul'a 2025'in ilk karı yağacak.  Şubat tatilinde yağmayan kar, okulların açıldığı ilk haftayı beklemiş gibi  görünüyor.  Yağmur yağdığında bile kilitlenen trafik, kar ile ne hale gelecek göreceğiz.  İkinci dönemde tüm öğrencilere başarılar diliyorum.  Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun. 

Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

Matt Haig'in çok satan romanı Gece Yarısı Kütüphanesi'ni okudum. Dilimize Kıvanç Güney tercüme etmiş. Karamsar bir başlangıcın ardından, farklı bir kurgu ile ilerleyen roman, umut dolu bir finalle bitiyor.  Matt Haig'den okuduğum ilk eser Gece Yarısı Kütüphanesi. Akıcı bir dille yazılmış. Bir çok felsefeciden alıntılar yapılmış. Çocuk ve gençler başta olmak üzere, her yaştan okuyana mesajlar içeriyor. Dediğim gibi, başlangıcı karamsar ve bu bölümlerde, roman kahramanının tespitlerine takılmamak ya da daha açık söylemek gerekirse, hak vermemek gerekiyor. Bu fikirlerin, depresyonun dibindeki bir kişinin hayata dair tespitleri olduğunu unutmanızı önemle hatırlatırım. İlerleyen bölümlerde bu depresif düşüncelere fazla gönderme yok zaten. 

kaybolmak

Bu havada yapılacak en iyi şey yürümektir. Ne bunaltıcı bir sıcak, ne üşüten bir soğuk. Güneş, bulutların arkasında kalmış. Sonbaharın kışa yaklaştığı bugünlerde, bulut arkasında bile olsa havanın serinliğini dengeliyor sıcaklığı ile.  Yürürken düşünmek hoşuma gidiyor. Diyeceksiniz ki otururken düşünemiyor musun? Belki size garip gelecek ama yanıtım evet. Otururken, araba kullanırken, etrafta iletişim kurabileceğim birileri varken düşünemiyorum. Daha doğrusu düşüncelerim arasında dolaşamıyorum. Oysa yürümek, düşünceler denizinde kaybolmak için birebir.  Sabah, pencereyi açıp havayı görünce, işte dedim, kaybolmak için güzel bir gün. 

Pazr günü eğlencesi: Eymir gölü etrafında bisiklet sürmek

Sadece ODTÜ öğrenci ve çalışanlarının bir de göl kartı sahiplerinin girebildiği düşünülür Eymir gölüne. Oysa, eskiden olduğu gibi bugün de arabasız girdiğiniz sürece, kimse kimlik sormaz kapısında. Birisi TRT'nin Oran yerleşkesinin yanından inen yolun sonunda, diğeri Gölbaşı'ndaki TEİAŞ tesislerini geçince olmak üzere iki kapısı bulunur bu küçük göl ve çevresinin. ODTÜ arazisidir ve içerisinde piknik yapmak yasaktır. Son düzenlemeler sonrası üniversite arazisi olduğu için içeride alkol satışı yasaklanmıştır. Yakın zamanda üniversite yönetiminin aldığı bir karar ile Eymir gölü çevresine haftasonları araç girişi tamamen yasaklandı. Her iki kapının yakınında, ODTÜ'de görev yapan güvenliklerin kontrol ettiği park alanları oluşturuldu. Ücretsiz olan bu alanlara aracınızı bırakıp yürüyerek göl çevresine girebiliyorsunuz. İçeride her 10 - 15 dakikada bir hareket eden ring servisleri bekliyor. Lokantaların olduğu yerlerde durakları var. Dönüş için de aynı araçları kullanabili...

vapur

Hafta içi aynı saatte biniyor o da vapura. Nerede çalışıyor bilmiyorum. Aslına bakarsanız, çalışıyor mu ondan da emin değilim. Tek bildiğim Beşiktaş - Kadıköy vapurunda, hafta içi her akşam karşılaştığımız. 18.15 vapuruna binince ilk işim bir kat üste çıkıp büfe sırasına girmek. Hep aynı şeyi sipariş ediyorum, sade kahve ve sade soda. Boş olduğu sürece aynı yere oturuyorum.  Hayatım olanca tekdüzeliği ile akıp giderken fark ettim varlığını. Önce büfe sırasında, sonra kahvemi ve sodamı alıp oturduğum cam kenarındaki kanepenin çaprazında. Hiç selamlaşmadık belki ama onun da beni fark ettiğini düşünüyorum. Bir kaç kez büfe sırasında benden sonra sipariş verirken, aynısından dediğini duyduğumda gülümsemiş, onun da gülümsediğini görmüştüm. Bu sıcak gülümseyişlere karşın konuşmamıştık.  Kadıköy'de inince nereye doğru gittiğine bakmadım hiç. İnsan selinin içinde kaybolduk her seferinde. Ben çarşının içinden geçip Moda'ya doğru giden sele kaptırıyordum kendimi. Bazen metro alt geçidin...

Kapak Kızı / Ayfer Tunç

2023 senesinin başlarında, henüz emekli olmamışken, TRT Spor rejisinde bir kitapsever arkadaşımın önerisi ile Dünya Ağrısı adlı romanını okumuş ve çok etkilenmiştim. Ayfer Tunç'u 2023'e kadar neden fark edemedim diye epey üzüldükten sonra, geç olsun - güç olmasın dedim ve seneyi Ayfer Tunç romanlarıyla bitirmeye karar verdim.  Bu uzun ve muhtemelen gereksiz paragrafın ardından gelelim Kapak Kızı adlı romana. İlk baskısı 1992 yılında Simavi Yayınları'nca yapılmış. Ben Ekim 2022 tarihli Can Yayınları'ndan çıkan 22. baskısını okudum. Romanın sonuna eklenen yazarın notuyla birlikte 261 sayfa. Son notta, romanın yeniden yazıldığı, belki daha doğru ifadesiyle gözden geçirilerek çoğu cümlenin yeniden ele alındığı belirtilmiş. 2004 yılında yapılan bu yenilenmiş hâli ile ilk baskısını kıyaslamak isterdim, kim bilir belki bir gün fırsat bulurum. Yemekli vagonunda sigara içmenin serbest olduğu ve içki servisinin yapıldığı senelerde geçiyor roman. Karlı bir günde Ankara'dan İs...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

yaz kış

Yürümeye başladığımda buralara kadar geleceğim aklımın ucundan geçmemişti. Sahilde bir aşağı bir yukarı yaptığım yürüyüşlerin benzerini tekrarlayacağımı düşünerek düşmüştüm yola. Neden sahil yerine tepelere yöneldim bilmiyorum. Belki denizi seyretmekten sıkıldım belki o adamla karşılaşmak istemedim.  Ne zaman sahile insem karşıma dikilip, gene yannız takılıyosun hocam, diye laf atacak. Yannız değil, yalnız diye düzeltsem, senin gibi okumuş adam değiliz ama biz de hayat üniversitesini bitirdik diye başlayacak.  Oysa tepeler bomboş. Adı üzerinde "yazlık siteler" sadece yazları kullanılıyor. Bahçelerindeki ağaçlar, ağaçlarındaki meyveler ise yaz kış burada. İşte bu zeytinler gibi. Sahipleri olgunlaştığını göremeyecek yine.  Yaz kış burada olan bir de ben varım, sahilde karşılaşmaktan kaçındığım adamla birlikte.