Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Bir önceki yazıda bıraktığım yerden devam edeyim. Sayısal radyo konusundaki son yansıda, biraz otosansür uyguladığımı itiraf ederek bırakmıştım. Dediğim gibi ortada bir gecekondu düzeni var ve hepimiz gecekondu mafyasından haberdarız.
Peki, televizyon dünyasında işler nasıl? İşin doğrusu televizyon dünyası, 6112 sayılı yasa sayesinde, pek rahat görünüyor. En azından, radyo ile kıyaslandığında, karasal vericilere mahkumiyet konusunda, çok daha rahatlar. RTÜK'ün frekans tahsis ihalelerini tamamlayamamasının sonuçlarının başında, sayısallaşan uydu ve kablonun, televizyona erişim için tercih edilmesi geliyor. Aslında bu sonuçta şaşacak bir şey yok. Şöyle düşünün, Ankara'dan İstanbul'a gitmek istiyorsunuz. Seçenekleriniz nelerdi? Otobüs, uçak, özel araç ve tren. Yıllar boyunca otobüsler daha konforlu hale gelirken, yollar düzgünleşirken, trene hiç yatırım yapılmamıştı. Tren ile gidip gelen vardı halen, ancak bunlar çoğunlukla vakti bol, parası az olan insanlardı. Devlet, trene kimse binmiyor diye tren yollarını söküp, "bundan sonra tren yok kardeşim" demedi. Aynı mantıkla televizyon yayınlarının halka ulaştırılmasında kablo, uydu ve karasal vericiler kullanılıyor. Bu üçlü içerisinde kablo ve uyduya yatırımlar yapılırken karasal yayınlar analog olarak kaldı. Sonuç ne oldu peki? İnsanlar, yayınları uydudan izlemeye başladı. Karasal vericilerle analog yayınları, en azından birinci televizyonlarından, izleyenler yok denecek kadar azaldı. Peki devlet, yani düzenleyici / denetleyici otorite, yani RTÜK, ne yapacak? Analog yayınları kimse izlemiyor zaten deyip bu frekansların mobil operatörlere tahsisini mi gerçekleştirilecek?
İşte, deyim yerindeyse zurnanın malum sesi çıkarttığı noktadayız bir kez daha. Neyse, bu uzun ve belki de gereksiz girişin ardından yansılar üzerinden ilerlemeye devam edelim, pek fazla kalmadı geriye zaten...
Aslında süreci tek yansıda özetlemek istedim. Malum 22 yıldır yapıl(a)mayan bir frekans tahsisi söz konusu. Bu gecekondu örneğinden ilerlersek düşünün devlet arazi üretmeyince insanlar gelip işgal ediyor bir bölgeyi (analog karasal televizyon frekansları) ve buraya evlerini yapıyorlar. Bu gecekondularda dükkan işlettiklerini düşünelim. Şimdi, gecekondu dükkanda fena değil bir satış falan var, ancak karşıya da AVM yapılmış. Dükkan sahibi düşünüyor, sattığım ürünü daha kaliteli bir ortamda pazarlasam acaba müşteriler çoğalmaz mı diye ve AVM'den dükkan kiralıyor (sayısal uydu / sayısal kablo). Mahalleli sürekli kentsel dönüşümden bahsediyor. Gecekondu bölgesine dozer girip hepsini yıkacakmış. Devlet oraya AVM yapacakmış (sayısal karasal). Gecekondu bölgesinde de dükkanı olan esnaf ("medya hizmet sağlayıcı") bunu bekleyerek biraz da, aslında artık kimse gitmese de dükkanı (analog vericilerini) kapatmıyor. Kendisine verilen tapu tahsis belgesi nin (geçici yayın lisansı), yeni AVM'de (sayısal karasal yayın frekansları) avantaj sağlayacağını umuyor.
Ancak, AVM dükkanları satışa çıktığında, işlerin hiç de beklediği gibi gelişmediği görüyor. Öncelikle ortada AVM falan yok. Sadece arazi var. Devlet diyor ki, gecekonduda dükkanın olsun olmasın, dükkan açmaya niyetli olduğunu bir yıldan bu yana gösteren bir yatırımcıysan gel sende bu kupon arazide yatırıma gir. Kurallar şöyle:
Yukarıdaki yansıdaki kısaltmalara takılmayın. DVB-T/T2, AVM'nin kaç katlı olacağını belirliyor. İçerideki dükkan sayısı arttı. İnşaat teknolojisi gelişince daha büyük AVM yapılabiliyor artık. MPEG2/4/5 ise AVM içindeki kolonların ve kirişlerin ufaltılmasıyla dükkanların çok daha verimli yerleşmeleriyle ilgili. Bu sayede istersek artık daha cafcaflı, gösterişli dükkanlar yerleştirebileceğiz AVM'ye (SD yerine HD, hatta 4K UHD), istersek de dükkan sayısını daha da arttırabileceğiz.
Yansının son satırı ise çok önemli. Sonuçta AVM işi kaldı, o kupon arazi duruyor orada. Peki bu AVM yapılmadı ama gecekondu bölgesi ne alemde? Ne yazık ki AVM yapılacak bölgedeki dükkanlardan, az da olsa halen alış veriş yapanlar var. Dükkan sahipleri, diğer AVM'lerdeki dükkanların satışını engeller, prestij kaybına neden olur endişesiyle bu dükkanlarını kapatmıyor (Analog karasal vericiler yayına devam ediyor). Bu durum, esnafa epey pahalıya patlıyor. Sonuçta 2014'e kadar böyle devam eden durum, esnaf birliğinin toplantısında masaya yatırılmış ve dükkanları büyük ölçüde kapatmışlar (Analog karasal vericilerin büyük kısmı susturulmuş). Pek fazla şikayet gelmemesini, insanların diğer AVM'lerden alışveriş yapmalarına bağlamışlar (uydu ve kablo).
Şimdi kıymetli okuyucular, bu AVM / Gecekondu bölgesindeki dükkanlar elbette bir benzetmeden ibaret. Teşbihte hata olmaz diyerek, izninizle devam edeyim. Alınmaca, darılmaca yok. Derdim kimseyi gecekondu işgalcisi olarak yaftalamak değil, ayrıca daha önce de yazdım. Devlet arazi üretmeyince insanların barınma sorunlarını gecekondu ile çözümlemesinde suçun büyüğü vatandaşta değil.
6112 sayılı yasadaki model, sayısal karasal televizyonu kurmaya uygun değil. Büyük ve köşeli bir tespit. Model ne öngörmüştü ona bakalım yeniden:
Lisanslar, ulusal/bölgesel/yerel olmak üzere üç tip. Her birisi, geçerli olduğu alanda, %70 kapsamayı, nüfus olarak, sağlamak zorunda. Yerel ise lisansınız o yörede nüfusun %70'ine yayını ulaştıracaksınız. Bölgeselse, bölgede, ulusalsa yurt çapında. Şimdi, bu hizmeti, yani yayınlarınızı lisans sahibi olduğunuz yerlere ulaştırma hizmetini kim verecek? Verici tesis ve işletim şirketi. Peki kim kuracak bu şirketi? Ulusal yayın lisansına sahip, en az 10 medya hizmet sağlayıcısının kuracağı bir şirket, kısaca ANTEN diyelim biz ona. Sizce de bir gariplik yok mu? AVM örneğinden gidersek, AVM'deki büyük dükkanların sahipleri AVM'yi inşaa etmekle de yükümlü. Sonra işletmesini de gene bu bir grup büyük dükkan sahibi yapacak.
Yukarıdaki yansı, benim radikal önerimi içeriyor. Aslında bu öneriyi, kamuoyu önünde ilk dile getiren ben değilim. "Kim, ne zaman söylemişti"nin yanıtını bulmayı sizlere bırakıyorum.
ANTEN, kamu şirketi olsun. Yani AVM'yi devlet inşaa etsin ve işletsin. İnşaat için gereken parayı da o dükkanların hava paralarından (lisans bedelleri) oluşturduğu bütçe ile toparlasın. Böylelikle her dükkan sahibine eşit uzaklıkta olur. Hem devletin diğer dükkanlarını da bu sistemle bütünleştirmek olanaklı hale gelir (TRT vericileri, tesisleri).
Bu son yansıda, aslında bizim kupon araziden bahsediyorum. 470-862 MHz'i siz, boğaz gören bir gecekondu mahallesinin sınırları olarak okuyabilirsiniz. Bu mahalle, dediğim gibi, boğaz görüyor. Kupon bir arazi ve bakir duruyor üzerinde gecekondu dükkanlarıyla birlikte. Şimdi arazinin sağından solundan tırtıklamaya başladılar. Mesele, sadece AVM yapmak meselesi de değil artık. AVM yapılacak orası kesin. Ancak yeterli değil. Bir başka grup insan diyor ki
Son slaytın son satırında Şeref Stadının konuyla ilgisi ne diye yazdım. Salona sordum, Şeref Stadı neresi bileniniz var mı? İki el kalktı, sunum İstanbul Harbiye'de bu arada. El sahiplerinden birisi, blogumun da takipçilerinden kıymetli meslek büyüklerimden. Kendisi kısaca anlattı Şeref Stadı'nın mazisini. Merak edenler için burada tekrarlamayayım, bu konuyu daha önce blogda yazmıştım.
Kıymetli dostlar, okuyucular ve diğerleri. Anlatılan sizin hikayeniz aslında. Bu kadar seyirci kalmayın. TMMOB, EMO, Sendikalar, Tüketici Dernekleri, Siyasi Partiler, Belediyeler... Bu frekans alanları kamunun, yani sizin benim malımız. Bunlar, kıt kaynak. Bakın eskiden musluktan akan suları içebiliyorduk. Şimdi bunu düşünmüyoruz bile. Yarın bir gün, evlere içme suyu çekmekten vazgeçerse belediye, ne diyeceğiz? Zaten içmiyorsunuz, boşa bize masraf çıkartmayın deseler mesela? Ne diyebileceğiz? Aynı şey kıymetli dostlar. Zaten kimse izlemiyor diye analog karasal yayınları kapatıp, frekans bandını mobil operatörlere terki aynı şey.
27 ARALIK'ı bekleyin. Bu gidişe dur demek şart!!
İşte, deyim yerindeyse zurnanın malum sesi çıkarttığı noktadayız bir kez daha. Neyse, bu uzun ve belki de gereksiz girişin ardından yansılar üzerinden ilerlemeye devam edelim, pek fazla kalmadı geriye zaten...
Aslında süreci tek yansıda özetlemek istedim. Malum 22 yıldır yapıl(a)mayan bir frekans tahsisi söz konusu. Bu gecekondu örneğinden ilerlersek düşünün devlet arazi üretmeyince insanlar gelip işgal ediyor bir bölgeyi (analog karasal televizyon frekansları) ve buraya evlerini yapıyorlar. Bu gecekondularda dükkan işlettiklerini düşünelim. Şimdi, gecekondu dükkanda fena değil bir satış falan var, ancak karşıya da AVM yapılmış. Dükkan sahibi düşünüyor, sattığım ürünü daha kaliteli bir ortamda pazarlasam acaba müşteriler çoğalmaz mı diye ve AVM'den dükkan kiralıyor (sayısal uydu / sayısal kablo). Mahalleli sürekli kentsel dönüşümden bahsediyor. Gecekondu bölgesine dozer girip hepsini yıkacakmış. Devlet oraya AVM yapacakmış (sayısal karasal). Gecekondu bölgesinde de dükkanı olan esnaf ("medya hizmet sağlayıcı") bunu bekleyerek biraz da, aslında artık kimse gitmese de dükkanı (analog vericilerini) kapatmıyor. Kendisine verilen tapu tahsis belgesi nin (geçici yayın lisansı), yeni AVM'de (sayısal karasal yayın frekansları) avantaj sağlayacağını umuyor.
Ancak, AVM dükkanları satışa çıktığında, işlerin hiç de beklediği gibi gelişmediği görüyor. Öncelikle ortada AVM falan yok. Sadece arazi var. Devlet diyor ki, gecekonduda dükkanın olsun olmasın, dükkan açmaya niyetli olduğunu bir yıldan bu yana gösteren bir yatırımcıysan gel sende bu kupon arazide yatırıma gir. Kurallar şöyle:
- AVM'nin büyük dükkanları olacak (ulusal yayıncılar). Bu büyük dükkanları 10 yıllığına kiralayanların içinden bir grup AVM'yi inşaa etmek ve işletmekten de sorumlu olacak.
- AVM'nin orta ve küçük dükkanlarına (bölgesel ve yerel yayıncılar) siz büyük dükkan sahipleri hizmet sunacaksınız. Ben hizmetin bedelinin adil olup olmadığına karar vereceğim.
Yukarıdaki yansıdaki kısaltmalara takılmayın. DVB-T/T2, AVM'nin kaç katlı olacağını belirliyor. İçerideki dükkan sayısı arttı. İnşaat teknolojisi gelişince daha büyük AVM yapılabiliyor artık. MPEG2/4/5 ise AVM içindeki kolonların ve kirişlerin ufaltılmasıyla dükkanların çok daha verimli yerleşmeleriyle ilgili. Bu sayede istersek artık daha cafcaflı, gösterişli dükkanlar yerleştirebileceğiz AVM'ye (SD yerine HD, hatta 4K UHD), istersek de dükkan sayısını daha da arttırabileceğiz.
Yansının son satırı ise çok önemli. Sonuçta AVM işi kaldı, o kupon arazi duruyor orada. Peki bu AVM yapılmadı ama gecekondu bölgesi ne alemde? Ne yazık ki AVM yapılacak bölgedeki dükkanlardan, az da olsa halen alış veriş yapanlar var. Dükkan sahipleri, diğer AVM'lerdeki dükkanların satışını engeller, prestij kaybına neden olur endişesiyle bu dükkanlarını kapatmıyor (Analog karasal vericiler yayına devam ediyor). Bu durum, esnafa epey pahalıya patlıyor. Sonuçta 2014'e kadar böyle devam eden durum, esnaf birliğinin toplantısında masaya yatırılmış ve dükkanları büyük ölçüde kapatmışlar (Analog karasal vericilerin büyük kısmı susturulmuş). Pek fazla şikayet gelmemesini, insanların diğer AVM'lerden alışveriş yapmalarına bağlamışlar (uydu ve kablo).
Şimdi kıymetli okuyucular, bu AVM / Gecekondu bölgesindeki dükkanlar elbette bir benzetmeden ibaret. Teşbihte hata olmaz diyerek, izninizle devam edeyim. Alınmaca, darılmaca yok. Derdim kimseyi gecekondu işgalcisi olarak yaftalamak değil, ayrıca daha önce de yazdım. Devlet arazi üretmeyince insanların barınma sorunlarını gecekondu ile çözümlemesinde suçun büyüğü vatandaşta değil.
6112 sayılı yasadaki model, sayısal karasal televizyonu kurmaya uygun değil. Büyük ve köşeli bir tespit. Model ne öngörmüştü ona bakalım yeniden:
Lisanslar, ulusal/bölgesel/yerel olmak üzere üç tip. Her birisi, geçerli olduğu alanda, %70 kapsamayı, nüfus olarak, sağlamak zorunda. Yerel ise lisansınız o yörede nüfusun %70'ine yayını ulaştıracaksınız. Bölgeselse, bölgede, ulusalsa yurt çapında. Şimdi, bu hizmeti, yani yayınlarınızı lisans sahibi olduğunuz yerlere ulaştırma hizmetini kim verecek? Verici tesis ve işletim şirketi. Peki kim kuracak bu şirketi? Ulusal yayın lisansına sahip, en az 10 medya hizmet sağlayıcısının kuracağı bir şirket, kısaca ANTEN diyelim biz ona. Sizce de bir gariplik yok mu? AVM örneğinden gidersek, AVM'deki büyük dükkanların sahipleri AVM'yi inşaa etmekle de yükümlü. Sonra işletmesini de gene bu bir grup büyük dükkan sahibi yapacak.
Yukarıdaki yansı, benim radikal önerimi içeriyor. Aslında bu öneriyi, kamuoyu önünde ilk dile getiren ben değilim. "Kim, ne zaman söylemişti"nin yanıtını bulmayı sizlere bırakıyorum.
ANTEN, kamu şirketi olsun. Yani AVM'yi devlet inşaa etsin ve işletsin. İnşaat için gereken parayı da o dükkanların hava paralarından (lisans bedelleri) oluşturduğu bütçe ile toparlasın. Böylelikle her dükkan sahibine eşit uzaklıkta olur. Hem devletin diğer dükkanlarını da bu sistemle bütünleştirmek olanaklı hale gelir (TRT vericileri, tesisleri).
Bu son yansıda, aslında bizim kupon araziden bahsediyorum. 470-862 MHz'i siz, boğaz gören bir gecekondu mahallesinin sınırları olarak okuyabilirsiniz. Bu mahalle, dediğim gibi, boğaz görüyor. Kupon bir arazi ve bakir duruyor üzerinde gecekondu dükkanlarıyla birlikte. Şimdi arazinin sağından solundan tırtıklamaya başladılar. Mesele, sadece AVM yapmak meselesi de değil artık. AVM yapılacak orası kesin. Ancak yeterli değil. Bir başka grup insan diyor ki
"Kardeşim senin o dükkanda sattığın malı ben kendi dükkanımda da satarım, devlete çok daha fazla vergi veririm. Devlet, sen gel bu kupon arazide bu saçma sapan ürünleri sattırma. Bak ben çok daha işe yarar şeyler sunan dükkanlar açacağım oraya."Mobil dünyanın kısaca söylediği bu. 470 ile başlayan, yani şu camiyi dönünce sınırı olan, Türkiye'de üzerinde halen gecekondu dükkanların olduğu, Avrupa'da ise içinde pek kimsenin itibar etmediği malların satıldığı dükkanlar barındıran AVM'lerin inşaa edildiği kupon araziyi gelin bize tahsis edin. Biz oraya yapacağımız yatırım ile halka, çok daha ihtiyaç duyacakları hizmetleri sunalım.
Son slaytın son satırında Şeref Stadının konuyla ilgisi ne diye yazdım. Salona sordum, Şeref Stadı neresi bileniniz var mı? İki el kalktı, sunum İstanbul Harbiye'de bu arada. El sahiplerinden birisi, blogumun da takipçilerinden kıymetli meslek büyüklerimden. Kendisi kısaca anlattı Şeref Stadı'nın mazisini. Merak edenler için burada tekrarlamayayım, bu konuyu daha önce blogda yazmıştım.
Kıymetli dostlar, okuyucular ve diğerleri. Anlatılan sizin hikayeniz aslında. Bu kadar seyirci kalmayın. TMMOB, EMO, Sendikalar, Tüketici Dernekleri, Siyasi Partiler, Belediyeler... Bu frekans alanları kamunun, yani sizin benim malımız. Bunlar, kıt kaynak. Bakın eskiden musluktan akan suları içebiliyorduk. Şimdi bunu düşünmüyoruz bile. Yarın bir gün, evlere içme suyu çekmekten vazgeçerse belediye, ne diyeceğiz? Zaten içmiyorsunuz, boşa bize masraf çıkartmayın deseler mesela? Ne diyebileceğiz? Aynı şey kıymetli dostlar. Zaten kimse izlemiyor diye analog karasal yayınları kapatıp, frekans bandını mobil operatörlere terki aynı şey.
27 ARALIK'ı bekleyin. Bu gidişe dur demek şart!!
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.