Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

Türkiye'de sayısal radyo ve televizyon yayıncılığı 2 / 2

Bir önceki yazıda bıraktığım yerden devam edeyim. Sayısal radyo konusundaki son yansıda, biraz otosansür uyguladığımı itiraf ederek bırakmıştım. Dediğim gibi ortada bir gecekondu düzeni var ve hepimiz gecekondu mafyasından haberdarız. 

Peki, televizyon dünyasında işler nasıl? İşin doğrusu televizyon dünyası, 6112 sayılı yasa sayesinde, pek rahat görünüyor. En azından, radyo ile kıyaslandığında, karasal vericilere mahkumiyet konusunda, çok daha rahatlar. RTÜK'ün frekans tahsis ihalelerini tamamlayamamasının sonuçlarının başında, sayısallaşan uydu ve kablonun, televizyona erişim için tercih edilmesi geliyor. Aslında bu sonuçta şaşacak bir şey yok. Şöyle düşünün, Ankara'dan İstanbul'a gitmek istiyorsunuz. Seçenekleriniz nelerdi? Otobüs, uçak, özel araç ve tren. Yıllar boyunca otobüsler daha konforlu hale gelirken, yollar düzgünleşirken, trene hiç yatırım yapılmamıştı. Tren ile gidip gelen vardı halen, ancak bunlar çoğunlukla vakti bol, parası az olan insanlardı. Devlet, trene kimse binmiyor diye tren yollarını söküp, "bundan sonra tren yok kardeşim" demedi. Aynı mantıkla televizyon yayınlarının halka ulaştırılmasında kablo, uydu ve karasal vericiler kullanılıyor. Bu üçlü içerisinde kablo ve uyduya yatırımlar yapılırken karasal yayınlar analog olarak kaldı. Sonuç ne oldu peki? İnsanlar, yayınları uydudan izlemeye başladı. Karasal vericilerle analog yayınları, en azından birinci televizyonlarından, izleyenler yok denecek kadar azaldı. Peki devlet, yani düzenleyici / denetleyici otorite, yani RTÜK, ne yapacak? Analog yayınları kimse izlemiyor zaten deyip bu frekansların mobil operatörlere tahsisini mi gerçekleştirilecek?

İşte, deyim yerindeyse zurnanın malum sesi çıkarttığı noktadayız bir kez daha. Neyse, bu uzun ve belki de gereksiz girişin ardından yansılar üzerinden ilerlemeye devam edelim, pek fazla kalmadı geriye zaten...

Aslında süreci tek yansıda özetlemek istedim. Malum 22 yıldır yapıl(a)mayan bir frekans tahsisi söz konusu. Bu gecekondu örneğinden ilerlersek düşünün devlet arazi üretmeyince insanlar gelip işgal ediyor bir bölgeyi (analog karasal televizyon frekansları) ve buraya evlerini yapıyorlar. Bu gecekondularda dükkan işlettiklerini düşünelim. Şimdi, gecekondu dükkanda fena değil bir satış falan var, ancak karşıya da AVM yapılmış. Dükkan sahibi düşünüyor, sattığım ürünü daha kaliteli bir ortamda pazarlasam acaba müşteriler çoğalmaz mı diye ve AVM'den dükkan kiralıyor (sayısal uydu / sayısal kablo). Mahalleli sürekli kentsel dönüşümden bahsediyor. Gecekondu bölgesine dozer girip hepsini yıkacakmış. Devlet oraya AVM yapacakmış (sayısal karasal). Gecekondu bölgesinde de dükkanı olan esnaf ("medya hizmet sağlayıcı") bunu bekleyerek biraz da, aslında artık kimse gitmese de dükkanı (analog vericilerini) kapatmıyor. Kendisine verilen tapu tahsis belgesi nin (geçici yayın lisansı), yeni AVM'de (sayısal karasal yayın frekansları) avantaj sağlayacağını umuyor. 

Ancak, AVM dükkanları satışa çıktığında, işlerin hiç de beklediği gibi gelişmediği görüyor. Öncelikle ortada AVM falan yok. Sadece arazi var. Devlet diyor ki, gecekonduda dükkanın olsun olmasın, dükkan açmaya niyetli olduğunu bir yıldan bu yana gösteren bir yatırımcıysan gel sende bu kupon arazide yatırıma gir. Kurallar şöyle:

  • AVM'nin büyük dükkanları olacak (ulusal yayıncılar). Bu büyük dükkanları 10 yıllığına kiralayanların içinden bir grup AVM'yi inşaa etmek ve işletmekten de sorumlu olacak. 
  • AVM'nin orta ve küçük dükkanlarına (bölgesel ve yerel yayıncılar) siz büyük dükkan sahipleri hizmet sunacaksınız. Ben hizmetin bedelinin adil olup olmadığına karar vereceğim. 
Eskiden beri gecekonduda dükkan işletip, şimdi hem gecekondu dükkanını açık tutan ama asıl parayı yolun karşısındaki AVM'lerde açtıkları dükkanlardan alan esnaf bu kupon arazideki öneriye pek sıcak bakmadı. Mantıksız gördü, işin doğrusu. Olmayan AVM için dükkana hava parası (frekans için ihale ile ödenecek bedel) verecek, ardından büyük dükkanı kiraladı diye AVM'yi inşaa edecek (ulusal yayıncıların bir bölümü verici tesis işletim şirketi kurup, sayısal karasal televizyon altyapısını kurup işletecek), hem diğer dükkanlara hizmet sunacak, bu arada AVM'deki kiralar 10 yıl için ama sonrasında bu AVM ne olacak, tam net olmayacak (frekans tahsisleri 10 yıllık, peki 10 yıl sonra verici tesis işletim şirketi tarafından kurulan şebeke kimin?), 10 yıl boyunca hava parası (lisans bedeli) dışında işletme giderleri de olacak (frekans kullanım kirası/bedeli). Esnaf, en azından bizim tapu tahsisleri işe yarasaydı, bize bir ayrıcalık getirseydi diye sızlandı. Öyle ya, ortada kimseler yokken mal isteyen halka, gecekondu bölgesinde dükkan açmış, satış yapmış, bir yerde bu sektörü kendi elleriyle oluşturmuştu. Ancak, devlet bu konuda taviz vermedi. Neden vermedi, pek fazla tartışılmadı bile. Bir yıl önce işe girmiş herkes ile eşit şartlarda yarışmak durumunda kaldı esnaf ve sonuç olarak, açılan tüm ihaleler başarısızlıkla bitti. 

Yukarıdaki yansıdaki kısaltmalara takılmayın. DVB-T/T2, AVM'nin kaç katlı olacağını belirliyor. İçerideki dükkan sayısı arttı. İnşaat teknolojisi gelişince daha büyük AVM yapılabiliyor artık. MPEG2/4/5 ise AVM içindeki kolonların ve kirişlerin ufaltılmasıyla dükkanların çok daha verimli yerleşmeleriyle ilgili. Bu sayede istersek artık daha cafcaflı, gösterişli dükkanlar yerleştirebileceğiz AVM'ye (SD yerine HD, hatta 4K UHD), istersek de dükkan sayısını daha da arttırabileceğiz. 

Yansının son satırı ise çok önemli. Sonuçta AVM işi kaldı, o kupon arazi duruyor orada. Peki bu AVM yapılmadı ama gecekondu bölgesi ne alemde? Ne yazık ki AVM yapılacak bölgedeki dükkanlardan, az da olsa halen alış veriş yapanlar var. Dükkan sahipleri, diğer AVM'lerdeki dükkanların satışını engeller, prestij kaybına neden olur endişesiyle bu dükkanlarını kapatmıyor (Analog karasal vericiler yayına devam ediyor). Bu durum, esnafa epey pahalıya patlıyor. Sonuçta 2014'e kadar böyle devam eden durum, esnaf birliğinin toplantısında masaya yatırılmış ve dükkanları büyük ölçüde kapatmışlar (Analog karasal vericilerin büyük kısmı susturulmuş). Pek fazla şikayet gelmemesini, insanların diğer AVM'lerden alışveriş yapmalarına bağlamışlar (uydu ve kablo). 


Şimdi kıymetli okuyucular, bu AVM / Gecekondu bölgesindeki dükkanlar elbette bir benzetmeden ibaret. Teşbihte hata olmaz diyerek, izninizle devam edeyim. Alınmaca, darılmaca yok. Derdim kimseyi gecekondu işgalcisi olarak yaftalamak değil, ayrıca daha önce de yazdım. Devlet arazi üretmeyince insanların barınma sorunlarını gecekondu ile çözümlemesinde suçun büyüğü vatandaşta değil. 

6112 sayılı yasadaki model, sayısal karasal televizyonu kurmaya uygun değil. Büyük ve köşeli bir tespit. Model ne öngörmüştü ona bakalım yeniden:
Lisanslar, ulusal/bölgesel/yerel olmak üzere üç tip. Her birisi, geçerli olduğu alanda, %70 kapsamayı, nüfus olarak, sağlamak zorunda. Yerel ise lisansınız o yörede nüfusun %70'ine yayını ulaştıracaksınız. Bölgeselse, bölgede, ulusalsa yurt çapında. Şimdi, bu hizmeti, yani yayınlarınızı lisans sahibi olduğunuz yerlere ulaştırma hizmetini kim verecek? Verici tesis ve işletim şirketi. Peki kim kuracak bu şirketi? Ulusal yayın lisansına sahip, en az 10 medya hizmet sağlayıcısının kuracağı bir şirket, kısaca ANTEN diyelim biz ona. Sizce de bir gariplik yok mu? AVM örneğinden gidersek, AVM'deki büyük dükkanların sahipleri AVM'yi inşaa etmekle de yükümlü. Sonra işletmesini de gene bu bir grup büyük dükkan sahibi yapacak. 
Yukarıdaki yansı, benim radikal önerimi içeriyor. Aslında bu öneriyi, kamuoyu önünde ilk dile getiren ben değilim. "Kim, ne zaman söylemişti"nin yanıtını bulmayı sizlere bırakıyorum. 

ANTEN, kamu şirketi olsun. Yani AVM'yi devlet inşaa etsin ve işletsin. İnşaat için gereken parayı da o dükkanların hava paralarından (lisans bedelleri) oluşturduğu bütçe ile toparlasın. Böylelikle her dükkan sahibine eşit uzaklıkta olur. Hem devletin diğer dükkanlarını da bu sistemle bütünleştirmek olanaklı hale gelir (TRT vericileri, tesisleri).
Bu son yansıda, aslında bizim kupon araziden bahsediyorum. 470-862 MHz'i siz, boğaz gören bir gecekondu mahallesinin sınırları olarak okuyabilirsiniz. Bu mahalle, dediğim gibi, boğaz görüyor. Kupon bir arazi ve bakir duruyor üzerinde gecekondu dükkanlarıyla birlikte. Şimdi arazinin sağından solundan tırtıklamaya başladılar. Mesele, sadece AVM yapmak meselesi de değil artık. AVM yapılacak orası kesin. Ancak yeterli değil. Bir başka grup insan diyor ki 
"Kardeşim senin o dükkanda sattığın malı ben kendi dükkanımda da satarım, devlete çok daha fazla vergi veririm. Devlet, sen gel bu kupon arazide bu saçma sapan ürünleri sattırma. Bak ben çok daha işe yarar şeyler sunan dükkanlar açacağım oraya."
Mobil dünyanın kısaca söylediği bu. 470 ile başlayan, yani şu camiyi dönünce sınırı olan, Türkiye'de üzerinde halen gecekondu dükkanların olduğu, Avrupa'da ise içinde pek kimsenin itibar etmediği malların satıldığı dükkanlar barındıran AVM'lerin inşaa edildiği kupon araziyi gelin bize tahsis edin. Biz oraya yapacağımız yatırım ile halka, çok daha ihtiyaç duyacakları hizmetleri sunalım. 

Son slaytın son satırında Şeref Stadının konuyla ilgisi ne diye yazdım. Salona sordum, Şeref Stadı neresi bileniniz var mı? İki el kalktı, sunum İstanbul Harbiye'de bu arada. El sahiplerinden birisi, blogumun da takipçilerinden kıymetli meslek büyüklerimden. Kendisi kısaca anlattı Şeref Stadı'nın mazisini. Merak edenler için burada tekrarlamayayım, bu konuyu daha önce blogda yazmıştım. 

Kıymetli dostlar, okuyucular ve diğerleri. Anlatılan sizin hikayeniz aslında. Bu kadar seyirci kalmayın. TMMOB, EMO, Sendikalar, Tüketici Dernekleri, Siyasi Partiler, Belediyeler... Bu frekans alanları kamunun, yani sizin benim malımız. Bunlar, kıt kaynak. Bakın eskiden musluktan akan suları içebiliyorduk. Şimdi bunu düşünmüyoruz bile. Yarın bir gün, evlere içme suyu çekmekten vazgeçerse belediye, ne diyeceğiz? Zaten içmiyorsunuz, boşa bize masraf çıkartmayın deseler mesela? Ne diyebileceğiz? Aynı şey kıymetli dostlar. Zaten kimse izlemiyor diye analog karasal yayınları kapatıp, frekans bandını mobil operatörlere terki aynı şey. 

27 ARALIK'ı bekleyin. Bu gidişe dur demek şart!!

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...