Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

Türkiye'de sayısal karasal radyo ve televizyon yayıncılığı 1 / 2


20 Kasım 2015'te, İstanbul Harbiye Askeri Müzesi Fevzi Çakmak salonunda yukarıdaki başlıkla yaptığım sunumu, İstanbul'a gelemeyen milyonlar için bir kez de elektronik ortamda yapayım dedim :) Malum, artık resmi olarak duyurmasam bile sektöre mesajlarımı açık şekilde ilettim 27 Aralık 2015'te neyin duyurulacağını. Bir yandan 27 Aralık 2015'teki açıklamaya ve sonrasına hazırlanırken, bir yandan da adımı duyurmaya gayret etmeye devam.

Bu sunum hazırlayıcı paket programların güzel bir yanı, sunumdaki yansıları resim dosyası olarak kaydedebilmeleri. Bu sayede, birazdan göreceğiniz her resim, aslında sunumun bir yansısıydı, yukarıdaki de ilk yansı :)


Sunumda anlattıklarıma geçmeden bir tarzdan bahsedeyim izninizle. Sunumda kullanılan renkten, seçilen şablona kadar epey bir ayrıntısı var bu işin. Ben görsel tasarımına ilişkin fazla bir şey bilmiyorum. Zaten bu cehaletim, yansılardan da belli. Ancak, özellikle 2011'den bu yana çok sayıda sunum izleyen birisi olarak, etkileyici sunum yapmaya dair kendimce çıkarımlara sahibim. Bana kalırsa, sunumda kullanılan yansının, elinizde tuttuğunuz hatırlatma kağıdı gibi olmalı. Sadece anahtar kelimeler yer almalı. Sonuçta sunum, siz yokken pek bir şey ifade etmemeli. Öteki türlüsü, makaleyi yansılara aktarmak anlamına geliyor. 

Bu, muhtemelen gereksiz, girişten sonra gelelim sunuma. Üç başlıktan oluşan bir sunum oldu. İlk iki başlıkta, aslında üçüncü başlık konusunda da epey söz söylemiştim. 20 dakikaya sığdırmak kolay olmadı ancak sanırım çok aşmadım süremi. 


Sayısal radyo diye adlandırılan "şey", buraya eklemediğim Çin standardı ve ABD'de yaygın uydu radyoyla birlikte altı farklı çözüm içeriyor kabaca. Uydu ve Çin bizim konumuz dışında. Ülkemizde uygulanma ihtimali olan dört yaklaşım var. DAB ve DRM grubu standartları ile DVB-T2 uluslararası standart enstitülerinde yayınlanmış yaklaşımlar. Bir başka ifadeyle "standart" alıcılar ile erişilebilen yayınlar yapılıyor bunlar kullanılarak. Burası biraz kritik öneme sahip, ileride yeniden döneceğim. HD Radyo ise kuzeyin soğuk ve gizemli, bir o kadar ülkemiz beyin gücünü cezbeden ülkesinden, bildiniz Kanada'dan bir şirketin geliştirdiği çözüm. Bu yazıyı ve sunumu hazırlarken henüz Ibiquity adlı bu şirket, standart enstitüsünde çözümünü beyan edip, "standart" alıcılar ile HD Radyo yayınlarının alınabilmesine yönelik bir adım atmış değildi. DVB-T2 dışındakiler radyo için özel geliştirilmişken DVB-T2, MultiPLP ile birlikte radyo yayınlarının da gönderilebildiği bir televizyon standardı aslında. Bir başka farklılığı DAB ve DRM'in arkasında iki dev lobi kuruluşu: WorldDAB ve WorldDRM, HD Radyo'nun arkasında Ibiquity adlı şirket varken DVB-T2 Lite yaklaşımının hamisi, Kenneth Wenzel adlı Kopenhag'da yaşayan bir meslektaş sadece. Bu da önemli, ileride değineceğim ayrıntısına...
Kıymetli okuyucular, yukarıda FM yayınlarını kapatmayı planlayan ve tarih duyurusunda bulunan iki ülke Norveç ve İsviçre'yi Avrupa'daki diğer ülkelerden ayıran en önemli fark nedir diye sorsam? Benim yanıtım zenginlik olur. Coğrafi küçüklük ikinci sırada gelir sanırım. Coğrafi küçüklük ile şebekenin kolay kurulması her zaman birlikte gerçekleşmiyor. Norveç, dağınık nüfusu ile, falezleri ve sahilleriyle, dağları ve uydu kapsamasının dışındaki konumu ile kendine has sorunlara sahip bir ülke. İsviçre denilince ise akla haliyle Alp dağları geliyor. Ancak, bu sunumda vurgulamak istediğim tüm bu şebeke zorluklarına karşın böylesi bir işe girişmiş olmalarının arkasında zenginlik geliyor elbette. Norveç ve İsviçre yurttaşları kaliteli müzik dinlemek için 50 - 100 € vermeye hazır. Siz bakmayın 20 € başlangıç fiyatlarına. DAB+'ın keyfini sürmek için 50 €'yu (TL'ye çevirince 150 TL) gözden çıkartmak şart. 
Bu yansı aslında herşeyi özetliyor kıymetli okuyucular. Bakın, 20 sene önce bu işe başlayan ve BBC'nin DAB multipleksi nüfusun neredeyse tamamına erişirken, FM yayınlarını kapatma konusunda bir tarih belirtmiyor halen. Aynı şekilde Almanya, Hollanda, Fransa (ki 2014'te ilk sayısal radyo denemelerine başlamış bir ülkedir kendisi), Avustralya.... kısacası 2 ülke dışında kalanlar, FM yayınlarına devam ediyorlar ve yakın gelecekte de devam edecekler. Bu ülkeler, önlerinde en az 10 yılı planlayan ülkeler. 10 yıl sonra yapacakları, bugünden belli. 10 yıl sonra bu ülkelerde FM yayınlarının devam edeceğini söyleyebilirim bugünden. 

Bu ve bir sonraki yansıya ilişkin fazla söyleyecek sözüm yok. DAB ve DRM, birbirinin rakibi gibi görünen oysa birbirini tamamlayıcı yaklaşımlar. Bir örnek vermek gerekirse, kent içi ulaşımı sadece metro ile yapacağım demek ne kadar anlamsız ise, sayısal radyoyu sadece DRM ya da sadece DAB ile oluşturacağım demek o derece anlamsız aslında. Kent için ulaşım için metro ve otobüs ile taksi birlikte kullanılır. Hangisi uygunsa o seçilir. Kent kalabalık ve nüfus yoğun ise DAB+ daha iyi bir kapsama sunarken, kent dağınık yerleşime sahip ise DRM+ daha uygun olabilir. Yani uzun lafın kısası eğer çoklu standart çipli sayısal radyo alıcıları kullanıyorsanız ülkenizde, sayısal radyo şebekesinde DAB+/DRM+/FM/AM/DRM30'u birlikte kullanabilirsiniz. Yeterki bu sayısal radyo alıcılarının tümünün çoklu standart destekleyen çiplerle üretildiğinden emin olun. Burada iş elbette RTÜK'e ve Sanayi Ticaret Bakanlığına, gümrüklere düşüyor. Yapılabilir mi? Kesinlikle. Kolay mı? Hem evet, hem hayır. Peki olursa ne olur? Süper olur, çünkü literatüre bir katkımız olur en azından :) Dünyada bir ilke imza atmış oluruz, henüz böyle bir şebeke yok çünkü :)
Ne demiştim, bu iki yansıyla ilgili pek bir şey yazmayacağım :) Efendim, yazmadan da olmuyor :)

Kıymetli dostlar, meseleler sadece teknik değil ne yazık ki. Keşke öyle olsa, High Power High Tower ile DVB-T2 şebekesi kurardık, üzerine LTE'yi de bindirdik mi işte sana hem mobil TV, hem mobil sayısal radyo hem de ... Ama hayat böyle değil, gelin görün ki. Radyo için ayrı alıcılar almalısınız, radyo vericileri ayrı olmalı, hatta şebeke bile ayrı olacak. Öyle All-In-One dünyası olur mu hiç kıymetli dostlar, maazallah komünist miyiz, tövbe tövbe. Elbette üreticileri düşünmek zorundayız, bu işten kaç kişi ekmek yiyor biliyor muyuz? 

Şaka bir yana, tek şebeke ile hem radyo hem TV'yi birlikte halletmek olanaklı. Ancak bunun uygulanmayacağını, endüstrinin bu yaklaşımı Tu Kaka edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok :) Kusura bakma kıymetli Wenzel, ama hayat biz mühendislerin anlayacağından daha karmaşık ne yazık ki. Bu arada Wenzel diyorsun da adamı tanıyor musun diyorsanız, mutlulukla ifade edeyim ki, sektördeki bir çok önemli isimle birlikte, Kenneth Wenzel ile de tanışma olanağı buldum. Hem Estonya'nın başkenti Talin'de 2013'te Levira şirketinin etkinliğinde ikimiz de konuşmacıydık. Orada sohbet ettik. Hem de bu yıl basın olarak akredite edildiğim IBC etkinliğinde uzun bir konuşma yaptık. Keşke DVB-T2'yi de yayınlayan DVB, arka çıksa bu yaklaşıma. Ancak kıymetli Dr. Sibert, ki kendisi DVB ofisinin yöneticisidir, DVB-T2 Lite ile sayısal radyonun teknik olarak olanaklı olduğunu belirtmekle yetiniyor her sorduğumda. 
Bu bilgiyi endüstrinin önemli isimlerinin birinden öğrendim. Ardından ben de baktım ve kendim de gördüm. Bağlantısını bilerek koymuyorum bu yazıya. Biraz da sizler çalışın :) AB Müktesebatında var, broadcast için alıcıların standart olması gerekiyor şeklinde kısa bir ifade var. Bu ifade önemli ve bir yerde piyasayı belirliyor. Şunu da ekleyeyim, HD Radyo için hep söylenen, ama o bir şirketin ürünü, bir şirket ürünü ile yol mı çıkılır diyenlere itibar etmeyin. Böyle söyleyenlere cep telefonun markasını sorun, bir de bilgisayarının işletim sistemini. Muhtemelen telefon, elma, bilgisayardaki işletim sistemi ise pencere çıkacak. Bu ikisini de zaten ortak üretim çıkartmış :) Yani diyeceğim o ki HD Radyo'nun önündeki, bence en önemli, sorun bu standart haline gelmemiş olmak. Gelmek için yapılması gereken çok önemli işler de yok bir yerde. Dolby gibi onlar da gidip teknolojilerini standart hale getirebilirler ve Avrupa Birliği üyesi ve üyelik görüşmelerini sürdüren ülkelerde de kullanılabilir hale gelebilirler.
Bu arada yansıda şirketin adını yanlış yazmışım. Doğru ismi Ibiquity olacak...
Türkçe'de bir deyim vardır: Zurnanın zırt dediği yer. Bu yukarıdaki yansının ilk satırı bu zırt deme anını işaret ediyor. Kıymetli dostlar, sunumu yaptığım sabah Hollanda'dan bir şirketin teknik patronu ile konuşuyordum telefonda. Ona bahsettim bu FM istasyon sayısından, inanmadı. Olanaklı değil ki dedi 100'ün üzerinde istasyonu FM bandına sığdırmak. Zaten olmuyor dedim. Siz neden İstanbul'da FM radyo dinlenemediğini sanıyordunuz? 50 istasyonun bulunabileceği bir banda 100 tane sokarsanız durum bu olur. 

Burada işler biraz karışıyor. Sonuçta sunuma gelenler bu yansıda söylediklerimi hatırlayacaktır. Burada, o söylediklerimi aynen tekrarlamayacağım. Elbette kendime göre nedenlerim var bu tercihimde. Sonuçta can taşıyoruz ve gecekondu denilen yapılar, gecekondu mafyası ile birlikte anılır. Madem böyle bir benzetme kullandım, neden çekindiğimi de anlamışsınızdır. Oturumun konuşma dökümleri çıktıktan sonra kitaplaştırılırsa, meraklısı oradan okuyabilir söylediklerimi. Burada şu kadarını söylemekle yetineyim; gecekondu sorunu neyse, bugün FM bandının sorunu aynıdır. Gecekondu sorunu nasıl çözüldüyse, FM bandının sorunu da aynı şekilde çözülmek zorundadır ve NOKTA :)

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...