Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Böyle başlıklar kullanmak istemiyorum. Lafın tamamını söylemeyi de sevmem zaten. Ancak, günümüzde bırakın uzun yazıyı, yazı okuyan bile yok denecek kadar az. İnsanlar çoğunlukla "bakıyor" sadece. Başlıklara bakıyor, fotograflara bakıyor, televizyona bakıyor. Televizyonu bile izlemiyor kimse, uzun süredir. Sadece bakıyor. Bir yerde akıp giden, böyle olmaması gereken hayatına bakıyor aslında.
Sayısal karasal radyo ve televizyon üzerine blogumda bir çok yazı yayınladım bugüne değin. 2013 yılında Levira'nın düzenlediği etkinlikte Estonya'nın başkenti Talin'de İngilizce blogumu temsilen bir sunum yaptım. Gene 2013 yılında iki ayrı panelde Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'ni ve Elektrik Mühendisleri Odası'nı temsilen konuştum. Ayrıca 2010 öncesi Etkileşimli Televizyon konulu bir sunum yaptım İstanbul'da bir fuar / konferans sırasında, çalıştığım iş yerini temsilen. Türkiye'de ilk kez sadece kendimi temsil ederek bir oturumda sunum yapacağım.
Bana maliyeti olacak bu durumun elbette. Sonuçta iş yerinden senelik izin almam gerekecek, görevli gelmeyeceğim için. Ayrıca İstanbul'a ulaşım ve konaklama maliyetleri de cabası. Ancak, tüm bunların hiç bir önemi yok, inanın. Sonunda üyesi bulunduğum Elektrik Mühendisleri Odası'nı, KESK'e bağlı Haber Sen Sendikası'nı da gönül rahatlığıyla eleştirebileceğim sunumumda. Her iki örgüt de gerçekten çok özverili çalışmalar yürütüyor. Haber Sen'in Anten A.Ş. konusunda verdiği hukuk mücadelesini unutmak olanaklı değil. Ancak tüm bu iyi niyetli çalışmalara karşın eksik / hatalı tutum ve çalışmalar da yok değil. Sonuçta insan ve kurumlar bir şeyler yapınca hata yapıyor. Hiç bir şey yapmayan hata da yapmıyor. Belki benim beklentilerim yüksek iki örgütten.
Nelerden bahsedeceğim biraz ipucu vereyim.
Sayısal radyo teknolojilerinden bahsedeceğim elbette. Ancak, konuyu teknik ayrıntılara modülasyon teknolojilerine, bit oranlarına boğmak istemiyorum. Bu yüzden DAB/DAB+/DRM30/DRM+/HD Radyo/DVB-T2 ile ilgili kısa bilgilerle yetineceğim. Sayısal radyo ile ilgili özellikle vurgulamak istediklerim var. Mesela 20 yıldır sayısal radyo yayını yapan UK'de FM'i sonlandırmaya ilişkin hiç bir tarihin verilmemesinin arkasında ne var? FM'i sonlandıracağını ilan eden Norveç ve İsviçre'nin en belirgin özelliğinin kişi başına düşen gelirin yüksekliği olmasının özel bir anlamı var mı? Peki, sayısal radyo için mutlaka bir standart seçmek zorunda mıyız? Çoklu standart destekleyen çipler olsa radyo alıcılarında, nerede hangi teknoloji bize en uygun çözümü sunuyorsa onu kullansak olmaz mı?
Sayısal karasal televizyon meselesinin tarihçesini anlatacağım elbette, ancak ayrıntılarına girmeyeceğim. Sonuçta 20 dakikam olacak ve tarihçeye girsem sadece tarihçe anlatarak bitirebilirim süreyi. Ülkemizde, yayıncılık alanında kullanılan frekansların hiç birisinin ihale ile dağıtılmadığı gerçeği göz ardı edilerek yapılan sayısala geçiş projelerinin hüsrana uğrayacağının aşikar olduğunu düşünüyorum. Modeli sorgulamak gerekiyor bana kalırsa. Televizyon konusundaki zamanımı daha çok bu ülkemize özel koşullara ayırmak istiyorum. Yayınını uydu üzerinden FTA olarak gönderen yayıncılar sayısal karasal için istenilen koşulları yerine getireceğini beklemek fazla iyimserlik.
Sunumun son bölümünü frekans savaşlarına ayıracağım. Bugünlerde Cenevre'de deyim yerindeyse kan gövdeyi götürüyor. Mobil operatörler yayıncıların elinde kalan son UHF bölümüne, 470-790 MHz'e saldırmaya devam ediyor. Yayıncılar ve yayıncıların birlikleri kahramanca savunmaya devam ediyor. Aslında anlatılan bizim hikayemiz, her ne kadar haberdar olmasak da...
Etkinliğin programına buradan erişebilirsiniz...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.