Ana içeriğe atla

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

Bir İmparatorluk Çökerken... Cahit Uçuk

1909 yılında Selanik'te dünyaya gelmiş, 95 yaşında İstanbul'da vefat etmiş ülkemizin ilk kadın yazarlarından Cahit Uçuk ile tanışmam Yapı Kredi Yayınları'nın Kızılay'ın merkezindeki mağazasında Bir İmparatorluk Çökerken... başlıklı anı/romanı ile başladı. 478 sayfalık eser, anı olmasına karşın roman diliyle yazılmış. Osmanlı'nın son dönemleri Selanik'te yaşayan varlıklı bir ailenin iki kızından birisi olan Hadiye Hanım'ın yaşamının izlerini sürüyoruz kitap boyunca. Cahit Uçuk'un annesi Hadiye Hanım'ın yaşadığı yıllar, büyük değişimlerin olduğu yıllar. Hadiye Hanım ve Diyarbakır eşrafından kocası İbrahim Vehbi Bey ile ailesinin yaşamları Selanik, İstanbul, Balıkesir, Malatya-Hekimhan, Alanya ve Antalya'da geçiyor. İbrahim Vehbi Bey, Osmanlı döneminde memurluğun ardından Meclis-i Mebusan'da Siverek vekilliği yapıyor. Milli mücadele döneminde Ankara ile eşgüdümlü çalışıyor. İstanbul'un işgalinin ardından kentte kaçak yaşamaya başlıyor ve ailesiyle birlikte Samsun üzerinden Diyarbakır'a, baba ocağına gitmek üzere ayrılıyor.  Gemide, milli mücadeleye katılmak için Anadolu'ya geçen Kürtler ile karşılaşmaları onlarla olan diyaloglarını okumak, bugün yaşanılanları sorgulatıyor:


"...Alaattin amcası, güverte yolcularının çoğunun İstanbul'da yaşayan Kürtler olduğunu anlayınca, yanlarına yanaşmıştı. Aralarındaki konuşma, amcasının ana dili kadar iyi bildiği Kürtçe olmuştu.Amcası, güvertedeki gençlere, niçin İstanbul'dan ayrıldıklarını sorduğunda, babayiğit bir delikanlı, "İstanbul artık İngilizin, Fransızın, İtalyanın, Yunanın şehri. Burada bize şimdi de çok iş vardı. Ama o adamlara hizmet etmek mi? Ölürüz daha iyi. Bizler, anayurdu düşman çizmesinden kurtarmaya çalışan Mustafa Kemal Paşamızın yardımına koşmayıp da buradaki zalim gâvura mı uşaklık edeceğiz? Yok baba yok. Biz bu topraklara kök salmışız. Yedi ceddimizin mezarları doğuda.Gençlik işte. İstanbul'un taşı toprağı altın sözlerine kanmış gelmişiz bir kere. Oysa bilmeliydik ki, insan hangi toprağı döverse, orada teri altın olur. Buralarda ter döktük, para kazandık, memlekete gönderdik. Oralarda ekmek yemek çok zordur baba. Devlet baba tarlamızdan öşür alır. Devlet namusludur ama devletin adamları hırsızdır baba. On teneke mahsul aldıysak içinden iki tenekesini öşür alması gerekir ama onlar altısını alır. Devlete iki teneke gösterir, üstünü çalar.Şimdi diyorlar ki, Mustafa Kemal Paşa topraklarımıza yeni düzen getirecekmiş. Öşür değil sadece hakkı olan vergisini alacakmış. Anam sütü gibi helal olsun paşamıza. Şimdi onun Kuva-i Milliye'sine katılmaya gidiyoruz. Bu lüks kamaralardaki zenginlerimiz de paşamıza katılmaya gidiyor..." (s. 353)


Sıcak ve akıcı bir dille yazılmış kitap. Uzun olmasına karşın kısa sürede okunabiliyor. Anlatılanlar anı belki ancak belgesel değil. Belki iki kız babası olduğum için bana çok dokundu ama baba özlemini bu kadar insanın içine işleten satırları okumamıştım daha önce. Babası kendilerini Balıkesir'de emin bir yerde bıraktıktan sonra İstanbul'a döner:



"...Vehbi Bey o gün gitti. Evin pencerelerinden içeri dolan güneş kararmıştı sanki... Akşama doğru Cahit'in babasına duyduğu özlem öylesine arttı, büyüyüp çoğaldı ki, doğru kirli çamaşırların konulduğu sepetin başına koştu. Sabah babasının çıkardığı pijamalar en üstte duruyordu. Onlarıaldı, sonra Kaya'ya seslendi. Kaya koşarak geldi, kocaman siyah gözleri korku doluydu, ablasının sesi onu ürkütmüştü.Cahit elindeki pijamaları gösterdi."Ben baba kokusu koklayacağım, belki sen de istersin diye çağırdım."Kaya'nın yüzü güldü, "İsterim" dedi."Öyleyse benimle gel".Dadısıyla yattığı arka odaya girdiler. Yataklar köşeye yığılmış, üstleri bir pikeyle örtülmüştü. İki kardeş duvarla yatakların arasındaki daracık boşluğa sokuldular, babalarının pijamalarını yüzlerine dayadılar, koklamaya başladılar. Babasının kullandığı traş sabunu, losyonu ve çamaşırın sabun kokularının karışımıydı baba kokusu... Soluklandıkça özlemleri yatışacağına artıyor, çoğalıyor, dayanılmaz bir ateş olup yüreklerine kadar sokuluyordu.Çocukların ortadan kaybolduklarını fark eden Hadiye, bahçeyi, odaları, hatta çatıdaki odayı araştırdı. Şayan'a sordu, o, oyun bahçesinin solundaki mutfaktaydı, görmemişti. Hadiye yeniden eve girdi, sonra onları yatak yığmıyla duvar arasındaki aralıkta, babalarının pijamalarıyla sarmaş dolaş olarak buldu. Uyumuşlardı..." (s.289)


Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Bir İmparatorluk Çökerken...'in ilk baskısı 1995 yılında yapılmış. Benim okuduğum 14. baskı Ocak 2010 tarihli. Cumhuriyetin kuruluş dönemini farklı bir gözle izlemek için, tarih kitaplarında yer alamayacak ayrıntıları okumak için ya da keyifle okunacak bir anı/roman 25 TL vermeniz yeterli...

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...