Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

Başka Bir Hayvancılık Mümkün / editörler Tayfun Özkaya, Fatih Özden


Üyesi olduğum ve aidat ödemek dışında hiç bir katkımın olmadığı Buğday Derneği, Küçükkuyu'da Adatepe Zeytinyağı müzesinin içerisinde bir kafe işletmeye başlamış. Kafede birkaç kitap da satılıyor. Başka Bir Hayvancılık Mümkün adlı çalışmayı orada görüp almıştım geçtiğimiz yaz. 

Prof. Dr. Kenan Demirkol, Prof. Dr. Meltem Serdaroğlu, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Arş. Gör. Fatih Özden, Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Prof. Dr. Yılmaz Şayan, Prof. Dr. Harun Raşit Uysal ve İbrahim Sarıoğlu'nun yazıları yer alıyor çalışmada. Aslında sunumları desek daha doğru olur belki de. Çünkü kitap, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ile Tarım Ekonomisi Derneği'nin 6 Ocak 2012 tarihinde İzmir'de Ziraat Fakültesinde Başka Bir Hayvancılık Sistemi Mümkün mü? başlıklı çalıştayın notlarını bir araya getirmiş. Yeni İnsan Yayınevi tarafından Nisan 2014'te basılmış. 

Klasik iktisadın en ucuza üretip en pahalıya satmak üzerine kurulu modeli, hayvansal ürünlerin üretimi alanında da uygulanıyor. Özellikle "ölçek ekonomisi" ve "verimlilik" söz konusu edilerek tarımda makineleşme, hayvancılıkta ari ırk ve meralar yerine "fabrikalarda" üretim uygulanıyor. Uzun dönemde neler olacağını pek düşünmeyenler dışsal zararlar konusunda da sağır. Günümüzde köylerde yaşayan 3 milyar insanın da köylerde işsiz bırakılması sonrası neler yaşanabileceği, mesela tarımsal üretimde makineleşmenin sorun ettiği bir konu değil. 

Kitap, et ve süt üretimine odaklanmış. Et üretimi için hayvanların meralarda serbestçe dolaşıp otlaması yerine kesif yemle beslenerek, kapalı mekanlarda tutulması arasında ciddi farklılar olduğu ileri sürülüyor. Damar sisteminde sorun oluşturan kolestrolün oksitlenmesine yol açan 3 tip doymuş yağ asidi varmış mesela, bu farklı karbon sayılarına sahip 3 tip yağ asidi, meralarda otlayarak yetişen hayvanların etlerinde (yağlarında aslında) görülmezken "fabrika"larda üretilen hayvanların etlerinde ise bolca bulunuyormuş. Aslında mera hayvanının yağı damar sertliğine yol açmazken, fabrika hayvanının yağından kaçınmak şartmış. Bu anlamda, umarım söyledikleri gibi meralarda özgürce dolaşıyordur TazeDirekt.com'un besileri...

Tayfun ve Fatih hocaların ortaklaşa yayınladıkları yazıda aslında döngünün nasıl bozulduğu çarpıcı bir şekilde anlatılmış. Kitaba ulaşamayacakları düşünerek kısa bir alıntı yapayım yazıdan:
(18. yüzyıl ve 19. yüzyıl ortalarına kadar) Çiftçiler hem bitkisel hem hayvansal üretimi birlikte yapmaktadırlar. Bitki artıkları, otlar hayvanlar tarafından besin olarak kullanılmaktadır. Hiçbir bitki artığı ziyan olmamaktadır. Hayvanların gübreleri de kolayca bitkilere verilebilmektedir. Hatta bu yüzyıllarda kentlerdeki lağımlar bile bitkisel üretimde organik gübre olarak kullanılmakta idi. Ortak kullanıma açık meralar ve yaylacılık hayvan beslenmesinde önemli bir yer tutuyordu. Tarımda çoklu ürün (polikültür) hakimdi ve daha henüz tohumlar üzerinde şirketlerin bir hegemonyası söz konusu değildi. Çiftçiler kendi tohumlarını kullanabilmekteydiler. Şüphesiz bu dönemi kırsal kesim açısından dünyanın birçok yerinde mutlu bir dönem olarak nitelendirmek mümkün değilse de ekolojik olarak ciddi bir sorun yoktu.  s. 35-36
Yukarıdaki alıntı aslında işin tam olarak özeti. Bugün ben neden tutup Aydın Nazilli'den Bursa'dan sipariş vermek zorunda kalayım ki? Yaşadığım Ankara'nın da birçok köyü var. Buralarda neden ilaçsız tarım yapılmaz? Eski dededen kalma tohumlar kullanılmaz. Soruların yanıtları net ve tek: daha verimli üretim. Mesela artık kabuğu incecik pembe domates yetiştirilmiyor, çünkü nakliyeye uygun değil. Gene pembe renkli ama kaya gibi sert domatesler var onun yerine. Yamru yumru görünümlüler mi piyasada tutuluyor. Hemen onlardan üretiliyor, ancak üretilen ürün "doğası" gereği otlara karşı yapılan ilaçlardan etkilenmiyor. Böylece daha az insanla daha "verimli" üretim yapılabiliyor. Sonuçta bunlardan tüketen ve hastalanan insanlar için otel konforunda zincir özel hastaneler ve ilaç şirketlerinin binbir emekle geliştirdiği türlü kombinasyonlar hazır bekliyor. Zaten dünyada yeterince insan var. Emeklilikten sonra uzun yaşamak pek istenilen bir şey değil. "Ekonomik ömrünü" doldurup sisteme yük haline gelmiş birisinin sistemin sağlık sektörüne bir süre katkı yaptıktan sonra, maliyeti daha da fazla artmadan sistemden çıkartılması en "ekonomik" çözüm. 

İnsan mıyız bir mal mıyız, kaynak mıyız karar vermeli. Personel dairelerinin adlarını insan kaynakları dairesine çevirirken tek değiştirilen daire başkanlıklarının adı olmadı. Anlayış toptan değiştirildi. Biz farkına varsak da varmasak da. 

Kitaptan bir kaç alıntıyla bitireyim, yazdıkça sinirleniyorum, sinirlendikçe yazıyorum :)

"ABD'de süt pazarının %87'sinde dört firma egemendir. Türkiye'de beş firma pazarın %80'nine sahip bulunmaktadır. Bu kesinlikle sürdürülemez bir yapıdır. İnsan sağlığına, doğaya, çiftçi ve tüketici çıkarlarına aykırıdır." Tayfun Özkaya - Fatih Özden 
"Endüstriyel hayvancılıkta hayvanların kesif yemlerle beslenmesi söz konusu olmakta ve bu olumsuzluk insan sağlığına başka olumsuzluklar olarak da yansımaktadır. Endüstriyel hayvancılığın gelişmesi ve büyümesi bu sorunların katlanarak artmasına yol açtı. Türkiye'de de bu gidişle varılacak nokta budur. Esir hayvanlar insanlara besin olmaktan çok zehir olmuştur." Başka Bir Hayvancılık Mümkün s.42
"Doğa ve insan dostu tarım anlayışını öne çıkartmak gerekiyor.
Yerel üret, yerel tüket anlayışı, kooperatifçilik ve toplum destekli tarım modelleri desteklenmeli. Metabolik kırılma ile başlayan endüstriyel tarım sistemiyle zirvesine ulaşan üreticinin ürettiğine, tüketicinin tükettiğine, üreticinin ve tüketicinin birbirlerine karşı yabancılaşmasının önüne ancak bu şekilde geçmek mümkündür." s.49
 
Meraklısına not: Yazıdaki fotograf, 2013 yılında Aydın Nazilli'de çekildi. Pınar Kaftancıoğlu'nun çiftliğinde. Kaftancıoğlu, başka bir tarım mümkün sözünün yaşayan kanıtıdır. Onca siyasi parti var 1 Kasım'da seçime girecek. Bir tanesi de Kaftancıoğlu'nu arayıp, nasıl başardın, Anadolu'nun kalkınması için model olarak senin yöntemi uygulasak dememiştir eminim. Gerçek Merkez Türkiye projesi böyle olur. Anadolu'nun bağrında bir Hong Kong yaratmayı proje diye koymazlar önümüze. Yazık, bize değil de çocuklarımıza...

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...